Taormina'da dünyanın en güzel manzaralı antik tiyatrosu (arkada Etna, ve Akdeniz)
Sicilya’da gördüğüm yerlerden bahsetmeye devam etmeden bazı saptamalarımı paylaşmak istiyorum. Bu adada İngilizce bilen yok gibi, çocuklarımı görmek için sık sık gittiğim Hollanda’nın tam tersi. Derdinizi anlatmak için vücut dilini kullanıyorsunuz veya siz Türkçe, İngilizce hatta tarzanca konuşurken Sicilyalı özel lehçeli İtalyanca’sını seller-sular gibi döktürüyor, kimse birbirini dinlemiyor, ama neticede kesinlikle anlaşıyorsunuz. Turizmin beyaz enerji olduğu yeni anlaşılmış, hızla yatırımlar yapılıyor. AB buraya yüklüce para aktarmış, otoyollar ve tarihi meydan düzenlemeleri tamamen AB fonlarıyla yapılmakta. Alış-verişlerde pazarlık Akdeniz ülkelerinin ortak değeri veya kaderi. Pazarlık bir milli spor burada da, bizde olduğu gibi.
Taormina'dan bir başka görünüm
Taormina lacivert Akdeniz
sularına yüksek kayalıklardan bakan bir küçük cennet. Çiçeklerle süslü daracık
sokakları, minik dükkanları, dünyanın en
güzel manzaralı antik Greko-Romen tiyatrosu, “gel beni ye” diyen renkli meyva şeklindeki badem ezmeleri, nefis
sahili, sıcacık kafeleri ile Sicilya’nın incisi. Tarihi yapılar çok sayıda,
duvarlar kabartma ve mozaiklerle dolu, seramikler de panolarla her yerde
karşınıza çıkıyor. İki tarihi kapı arasındaki bir kilometrelik yolda kiliseler ve
küçük meydanlar sıralanmış. Taormina’nın bir diğer özelliği de yarım yüzyılı
aşan bir film festivaline ev sahipliği yapıyor olması. Burada kafelerde oturan ünlü
yıldızları (Liz Taylor, Richard Burton vd…) size hatırlatıyorlar mutlaka. Çok
kalabalık, tam bir turist cenneti, fiyatlar son derece makul. Otobüsler şehre
giremediğinden asansörle 8 kat çıkıyorsunuz. Minik arabalar neden İtalya’da çok
fazla, Taormina sokaklarını görünce anlıyorsunuz.
Taormina sokakları
Taormina’ya gelmeden önce öğle yemeğimizi geniş bahçelerinde organik tarım yapılan,
bağlarındaki üzümlerle şarap imal edilen tarihi bir villada yedik. Gurme yazılarından pek hoşlanmam ama buradaki
makarnaların (pasta diyorlar) hafif diri olarak pişmesini günlük olmasa dahi
çok taze olmalarına bağlıyorlar. Sarımsak girdimi tadına doyum olmuyor
makarnaların. Patlıcan olmazsa olmaz bir şey. Biber, domates, kabak, enginar,
her sebze ayrı bir güzelleştiriyor. Patatesleri bana çok tatlı geldi, bizim
Kıbrıs patatesine benziyor. Kendi ev yapımı şarapları (illa da kırmızı) harika.
Unutmadan, deniz ürünlü makarnalar ise nefis ötesi çünkü makarna ile eşit miktarda
kalamar, midye, ahtapot ve diğer deniz ürünlerini içeriyor.
Concordia (uzlaşı) tapınağı
Marsala şehrindeyiz.
Adanın batı ucunda yerleşmiş bir şehir. Adını yöredeki özel üzümlerden elde
edilen çok tatlı bir şaraba vermiş. Buraya gelmeden Agrigente denen tapınaklar vadisinden geçiyorsunuz. Burası filozof
Empodekles’in doğduğu yer, tapınak sayısı Atina Akrapolü’nü katlar geçer.
Marsala adı nereden geliyor ? Ortaçağ'da Romalılar’dan sonra kent Arap’ların
eline geçer, zaten şehirde arap kültür ve mimarisini hemen hissediyorsunuz.
Buraya Araplar “Marsa Ali” yani “Ali’nin kapısı” diyorlar, daha sonra Normanlar
şehri ele geçirdiğinde daha genelleme yaparak “Marsa Allah” yani “Allahın
kapısı” adını kullanıyorlar ve günümüzde “Marsala” olarak devam ediyor
şehrin adı. Bu bilgiyi öğrenince dinlerin insanları birleştiren, kültürlerin ise
insanları birbirine kenetleyen sosyolojik olgular olduğunu düşündüm, ama neden yeryüzünde bu kadar şiddet, savaş ve kavga var diye sormaktan kendimi alamadım.
Neyse… Marsala’da şarap tadım merkezinde “on
teka” dedikleri nefis bir gösteri izledik, şarapları tattık, tattık da hikayenin sonunu pek hatırlamıyorum (!). Bu
şehir Arap, Barok, Greko-Romen karışımı yapılarıyla tam bir kültür mozaiği.
Deniz ürünlü rizottosu gezide yediğim en güzel yemekti. Sanırım merak
ediyorsunuz evet bir haftada 3 kilo aldım….. Palermo ve Katania izlenimlerimi ileride paylaşacağım.
Marsala Katedrali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder