Yaşadığımız
zaman diliminde ekonomik ya da sosyal, her alanda köşeye sıkışıyor, buna karşı
çareler üretmek zorunda kalıyoruz. Aile yaşantımızda, iş ortamımızda, toplum
içinde, özetle yaşam savaşı verdiğimiz her ama her yerde çare aramakla geçiyor
ömrümüz. Sorunlar bazen bizi aşacak kadar büyük, bazen de geriye dönüp
baktığımızda safça gülümsetecek kadar başka bir ifadeyle incir çekirdeğini
doldurmayacak kadar küçük.
Çaresiz
kalmanın dayanılmaz ezikliğini sıkça duyumsarız da çarenin bizde, içimizde olabileceğini nedense çok sık aklımıza
getir(e)meyiz. Çünkü aklımızla karar
verme söz konusu olduğunda zorlanıyoruz, akıl yürütme bizlere ne çocukluğumuzda
evlerde, ne gençliğimizde okullarda öğretilmemiş. Eğitim sistemimiz “yineleyici”
ve “sınıflandırıcı”, eğiten “etkin”, öğrenen “edilgen”. Bilgi öğrenciye
söylenmekte veya yazdırılmakta, tartışmadan kabul etmesi istenmekte,
kuşkuculuğa ve tartışmaya yer yok. Zor karşısında analitik düşünmeyi bizler
öğrenemedik ki, çocuklarımıza, öğrencilerimize öğretelim ! Bir karar vereceksek ilk başvuru kaynağımız
aklımız değil duygularımız olmakta.
İşte bu
kaotik ruh haliyle çareyi kolaycılıkta arıyoruz, insanların sorunlarına sihirli
çözümler ürettiğini vaat eden “kişisel
gelişim kitapları” bu kolaycılıkta en kolay ulaşılabilir nokta. XX. yüzyılın
müthiş (!) keşiflerinden birisi de insanlara “kişisel gelişim” kavramının ticari ambalajda sunulmasıdır. Kişisel Gelişim
Guruları’ndan Antony Robbins, 1991’de çıkan “İçinizdeki Devi Uyandırın” isimli kitabında şöyle diyor : “Karar sizin; mutlu olmak veya olmamak,
isteyip de yapamayacak hiçbir şey yoktur, işinizi sevmiyorsanız, hemen karar
verin ve durmayın, işinizi değiştirin. Mutlu olmak için hemen bir dans kursuna
katılabilir hatta helikopter kullanmayı bile öğrenebilirsiniz. Yeter ki isteyin
ve karar verin, bunları yapacak güç içinizde, ama bu gücü kullanmak isteyip
istemediğinize karar vermelisiniz, karar sizin, isteyip de yapamayacağınız
hiçbir şey yoktur…”
Ne kadar da gerçekçi
ama !!! İşimden memnun değilim hemen çorap değiştirir gibi değiştirmeliyim,
zaten başka bir iş , para, seyahat, sıcak bir ofis hazır, beni bekliyor. Bu ve benzeri kitapları okuduğunuzda (ferrarisini satanlar, mor inekler ve benzerleri)
kitap içinde bol miktarda başarı öyküleri ile karşılaşırsınız, sanal öyküler,
daha doğrusu uydurma başarı öyküleri. Bu öykülerde verilecek ani bir kararla
güç ve servet sahibi olunacağı, sağlık, huzur ve mutluluğun hemen sağlanacağına
dair ikna çabaları yoğundur, örneğin kişisel gelişim gurusu (sahte peygamber demek daha doğru) A. Robbins kitabında hemen karar vermiş ; 19
kilo vererek sevdiği kadını elde etmiş, gelirini asgari ücretten 1 milyon $’ a
çıkarmış ( nasıl olduğu anlatılmamış
gerçi ama olsun…), ailesiyle şatoya taşınmış, çünkü hayallerinin peşinden
gitmeye karar vermiş ve bizlerin de içimizdeki devi uyandırarak hayallerimizin
peşinden koşmamızı öneriyor. Koşsana be
adam, hayallerin peşinden koşsana, daha ne duruyorsun diye kendime kızıyor, hayıflanıyorum
(!).
Diğer
taraftan başka bir Amerika'lı William James ise çaresizliği aşmak için kendimizden
hoşnut olabilmemiz gerektiğini, bunu gerçekleştirebilmek için de, her
kalkıştığımız işte başarılı olmayı beklemememiz gerektiğini belirtiyor. “Eğer bir işte başarılı olma hedefimize
gururumuzu ve kendimize duyduğumuz saygıyı yüklersek (ki benim çevrem böyle
insanlarla dolu), o hedefe ulaşamadığınızda yıkıma uğrarsınız. Halbuki yöneldiğimiz hedeflerin başarıya ulaşmasını, kendimize
duyduğumuz saygının ve gururun okşanmasına bağlamak yerine, gerçekleştirdiğimiz başarıları kendi
potansiyelimize göre oranlayıp değerlendirmek çok daha gerçekçi olur” demektedir. Kendine
saygının, "başarı / beklentiler"
oranının yükselmesiyle paralel seyrettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz, bu
oran kişisel gelişim kitaplarının çok büyük bir kısmında olduğu gibi balon
öneri ve öykülerle yükseltilemez.
Çaresiz
kalmamak için çarenin kendimizde olduğuna inanmamız gerekir, bunun için de
çağdaş değerlere sahip ortalama bir insan olmamız yeterlidir. İçi boş reçeteler
ve sanal başarı öyküleriyle dolu fantastik kitaplar okumak ve bunlara ilişkin kurslara-seminerlere gitmek
yerine, kendi mütevazi potansiyelimizi ortaya çıkaracak basit yardımlaşma ve
dayanışma içinde yer almakta yatar
çareler. Bu çarelerden ilk sırada yer alanı ise, mesleki gelişmemizin yanı sıra sosyal gelişmenin olmazsa olmazı
"sanat ve kültürel faaliyetler" içinde yer almaktır. Oxford’dan Prof.
Matthew Arnold’un dediği gibi, “sanat
yaşamın eleştirisidir”. Sanat insani hataları düzeltmede, insan karmaşasını
açığa kavuşturmada, sezgilerimizi düzeltmede, güzellikleri daha iyi algılayabilmemizde,
acıyı anlayabilmemizde, duyarlılıklarımızı
güçlendirmede, empati kurma yetimizi geliştirmede, hüzün ve kahkaha yoluyla dünyaya
bakış açımızı yeniden bir dengeye oturtmamızda en büyük yardımcımızdır. Kısaca fobi ile hobi arasında bir seçim yapmak
zorundasınız. Ya çaresizlik korkusunu
yaşayacaksınız, ya da bir sanat uğraşını kendinize hobi edinip sorunlara çare
bulmayı kolaylaştıracaksınız.
Yani ya
çaresizsiniz, ya da çare sizsiniz…