Sayfalar

3 Mar 2013

DİŞ AĞRISI



Shakespeare, diş ağrısına katlanan, katlanabilen filozof gelmedi hiç diyor. Vallahi doğru. Filozof hayatı, var olmayı sorgulayan insandır, ama sanırım diş ağrısı çeken filozof yokluğu daha ivedilikle sorgular. “Var mıyım, yok muyum, yok olmalı mıyım ???”

Öğrenciyken ağrı çeşitlerini anlatırken hocalarımız “kesici ağrı, delici ağrı, ezici ağrı, künt ağrı, zonklayıcı ağrı, yanıcı ağrı… gibi isimlerle tanımlarlardı ağrıyı, örnekler vererek. Hiçbir hocamız da “matkap oyması gibi bir ağrı”dan söz etmedi. Diş ağrısı işte böyle bir ağrı. Hem de “darbeli matkap ağrısı”.  Bir haftadır çekiyorum diş ağrısını, en tekâmül etmiş şekilde. O minnacık diş var ya, o masum beyaz organ, koskoca bedenimi esir aldı benim. Ne yediğimden anlıyorum ne içtiğimden, gerçi yeme içmeden kesildim ya… Uyku dersen, ne gezer, gece kuşu oldum, dolanıp duruyorum evin içinde.

Sadece dişimin olduğu yer ağrısa iyi,  onun sağındaki, solundaki, onların da yanındakiler, elmacık kemiğim, şakak kemiğim, kulağım, gözüm, beynim, beynimin hücreleri… Tanrım neden böyle yapıyorsun? Ceza vermek istiyorsan başka organları seç, ihtimal hesabı yapayım, böbrek misal, iki tane, kulak da öyle, sen seçtin 32 kısım tekmili birden olanını…. Ağzıma silahı sokup dişimi vurmamı bekliyorsan, yok vallahi o kadar cesur değilim. Cehennemin ön provasını yaptırmak istiyorsan, test etmen gerekmez, paşa paşa giderim ben.

Evet dostlar bir halk türküsü var bilirsiniz, “üç derdim var birbirinden seçilmez , bir ayrılık,  bir yoksulluk, bir ölüm” diye, bu yoksulluk orada ucuz kaçıyor, onun yerine “diş ağrısını” koyalım. “Bir ayrılık, bir diş ağrısı, bir ölüm” diye. Hakikaten insanın canı dişinde atıyor, anlatılmaz bir ağrı, ancak yaşanılınca anlaşılır. Canımı burnumdan çıkaran bir ağrı, yaşama sevincimi solduran, çaresizlik girdabına çeken, kendimden başka etrafımdakilere de çektiren bir işkence bu. İnanın ağrım geçsin diye işkenceyi bile düşündüm, Filistin askısını, vücuda verilen elektriği, Sansaryan Hanı’nı, Sirkeci’deki eski “1. Şube”yi. Hani derler ya, daha şiddetli bir ağrı, mevcut olan ağrıyı unutturur diye, sırf bu nedenle düşündüm işkenceyi,  işkence çeşitlerini.

Dilimle ittiriyorum ağrıyan dişimi, azıcık hafiflese büyük bir mutluluk duyuyorum, ama dişim kararlı benden intikam almaya. Ağrıyor da ağrıyor, sadece ağrımıyor, canımı çıkarıyor  üstelik….Sezen Aksu’nun şarkısı ne de güzel gidiyor şimdi,  “ söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp…” . “Meğer benim ne güzel bir hayatım varmış, kıymetini bilememişim” gibi pişmanlık duyguları da hafifletmiyor ağrımı. Düşmanım var mı bilmiyorum, ama diş ağrısını beddua niyetine “düşmanımın başına” asla demeyeceğim, söz, bu kadar kötü olamam çünkü.

Bir de diş ağrısının gecenin bir yarısında gelmesi ne oluyor ki ? O saatlerin insanın kendini en çok dinlediği zaman olması ile açıklanabilir belki bu durum, ama bir diş hekimi arkadaşım gece saatlerinde hormonal değişiklikler nedeniyle dokulara dolayısıyla dişin içine ve köküne daha çok sıvı girdiğini, ödemin arttığını, bunun ise  diş sinirleri üzerinde basınç  oluşturarak ağrıyı  meydana getirdiğini açıkladı. Ama aynı arkadaşım,  diş hekiminin  kapısına geldiğimizde dişimizin neden ağrımadığını açıklayamadı !

Ağrısız, ama illa ki diş ağrısız bir yaşam dileklerimle.

Ağrı ile ilgili bir yazımın linkini tekrar paylaşmak istiyorum.                                 
Edebiyatta "Ağrı ve Sızı" Kavramları