Sayfalar

18 Nis 2013

BRUEGEL ve "Hollanda Atasözleri"



Daha önce Pieter Bruegel ile ilgili yazdığım yazılarda  Çocuk Oyunları”, “Köy Düğünü”, “İkarus’un Düşüşü” tablolarından ayrıntılarıyla bahsetmiştim. Bu yazımda onun bir başka müthiş eseri  Nederlandse Spreekwoorden   yani “ Hollanda Atasözleri ” isimli tablosunu anlatmaya çalışacağım. Bu tablo  Dutch ressam tarafından 1559'da meşe pano üzerine yağlıboya ile yapılmış ve  Hollanda’ya ait atasözlerini resmeden bir tablodur. Berlin Devlet Müzesi’nde sergilenmekte olup  117x163 cm  boyutlarındadır. Resim, birçok atasözüne yapılmış olan göndermelerle doludur. Bunların büyük bir bölümü halen kullanılmakta olup diğerleri  o dönemde kullanıldığı bilinen atasözleridir ve  unutulmuştur. Bruegel  bu tablosunda sadece atasözlerini bir araya getirmeyi amaçlamamış, aynı zamanda insanların akılsızlığını, aptallığını ve ahmaklığını da vurgulamıştır. Resimdeki pek çok insan figürü, Brueghel'in tablolarında akılsızlığı ifade etmek için kullanılan boş boş bakan aptal yüz ifadesine sahiptir.
Tabloya ressamın verdiği isim Mavi Pelerin’dir. Bu isim tablonun ortasında karısı tarafından mavi bir pelerin giydirilen adamdan kaynaklanır. Burada, eşini aldatan kadınlar için kullanılan “kocasına mavi pelerin giydirmek “deyimi resimlenmiştir.

 

Tabloda 120 atasözü veya deyim  100  farklı sahnede (resimde) tanımlanmıştır. Bu atasözü ve deyimlerin  resim içinde birbirleriyle bir bütünlüğü olmamakla birlikte resmin tümüne bakıldığında bütünlüğü bozan bir aykırılık görülmemektedir. Resim Bruegel’in diğer eserlerindeki gibi sanki bir flaman köyündeki yaşamı anlatır gibidir. Resimde kullanılan atasözü ve deyimlerin bazılarını detay resimleriyle  inceleyelim:



Bir elinde ateş  bir elinde su taşımak:  İkiyüzlü davranmak, ikili oynamak



Çatısının kiremitlerini turtadan yapmak: Görmemişlik, zenginliği hazmedememek

 

Arkası ateş almak : Poposu tutuşmak, telaşlanmak

 


Pelerinini rüzgara göre asmak : Rüzgar nereden eserse ona göre davranmak

 
 
Büyük balık küçük balığı yutar :  aynı sözü bizler de kullanıyoruz
 

Darağacına pislemek: Korkmamak, ” serçeden korkan darı ekmez



Bir somundan diğerine zor uzanmak : İki yakasını bir araya getirememek
 

İsa'nın yüzüne sahte sakal takmak: Takiye yapmak, hileyi dindarlık kisvesiyle gizlemek

 

Kafasını tuğlaya vurmak:  İmkansızı başarmaya çalışmak.  Bizde kullanılan ve pişmanlık ifade eden ”kafasını taşlara vurmaktan” farklı anlamdadır
Gümüş tabak içi boşsa faydasızdır:  Güzellik tek başına bir işe yaramaz
 

Sıcak kömüre oturmak:  Sabırsızlık  ve acelecilik zararlıdır, “acele eden ecele gider

Ahmağı sabunsuz traş  etmek : Birini kandırmak, “insanı kendisi kadar kimse kandıramaz
 

Lapasını yere döken, hepsini toplayamaz : “Olmuş ile ölmüşün ardından ağlanmaz” ve "kendi düşen ağlamaz"
 

Aya işemek: Boş yere çaba sarfetmek, akıntıya kürek çekmek
 

Bruegel birçok yapıtında olduğu gibi bu eserinde de güncel olaylarla ilgili iğnelemeler yapmış, onları simgesel bir biçimde aktarmıştır,  “doğruluk” ve “kötülük” ve “cahillik” kavramlarını alegorik olarak anlatma yolunu seçmiştir. Meslektaşlarının para karşılığı kiliseye bol yaldızlı, parlak dini resimler yaptığı ya da feodal yapının görgüsüz zenginlerinin ve aristokratlarının şatafatlarını göstermek için ısmarlama resim yaptırdığı  bir dönemde, Hollanda'nın günlük köy ve kır yaşamını bilgece  anlatan resimler yapan bu adamın önünde şapka çıkarmak gerekir.


Dr Faik Çelik





16 Nis 2013

ERGUVAN


 
Erguvan (Cercis siliquastrum) yaprak döken, küçük ağaçlar sınıfından bir bitkidir. Çiçekleri 1,5-2 cm uzunluğunda kendi ismiyle anılan özel bir renktedir, zaten “erguvan”  Farsça bir renk ismidir. İstanbullu’lar için erguvan demek İstanbul Boğazı ve tez geçen bahar demektir. Nisan sonu ile Mayıs başında yalnızca bir kaç hafta gibi kısa bir süre için  mor-pembe karışımı  kendine özgü bir  renkte çiçekleri açar, baharın müjdecisi kabul edilir. Prof. Dr. Faik Yaltırık bu ağaç hakkında bakın neler söyler: "Boğaziçi’nin süs ağacı erguvan, baharın geldiğini müjdelemek için sabırsızdır. Daha yapraklanmadan son derece cömertçe çiçek tohumlarını açıverir... Erguvan, güzelliğinden habersiz, kor dudaklı bir köy güzeli gibidir ve onun kadar da kanaatkardır".

İngilizce’de  erguvana “Judas Tree denir, Hristiyan inanışına göre  İsa'ya  ihanet eden Havari Yahuda kendini bu ağaca asmıştır. Söylenceye  göre  bu olaydan sonra önceleri beyaz olan erguvanın çiçekleri utançtan şimdiki orijinal rengine dönmüştür. Hristiyan’lığın ve Bizans’ın önemli simgelerindendir. . Erguvan İmparatorluğun resmî rengiydi. Bizans hükümdarlarının kıyafetlerinde kullanılan bir renktir. İmparator dışında hiç kimse erguvan renkli  pelerin giymezdi.  İmparatorlar Erguvan Sarayı’nın Erguvan Odası’nda doğardı.

Erguvan ilginç bir şekilde tıpta hiç kullanılmamaktadır, kayıtlarda erguvanın şifa verici yönü olduğuna dair hiç bir bilgi yoktur. Buna karşılık edebiyatta çok sık karşımıza çıkar. “Erguvan Ağacı”, Cronin’in  (1896-1981) en ünlü romanlarından birisidir. Romanın sonunda, gün ağarırken, bahçedeki erguvan ağacında Yahuda gibi kendini asmış bir kişinin  siluetini  görürüz. Cronin’in tıp doktorudur, Birinci Dünya Savaşı’nda  cerrah olarak görev yapmış, sağlık nedenleriyle mesleği bırakınca yazarlığa başlamıştır.

 
William S. Davis'in “Erguvan Güzeli” adlı romanı Bizans İmparatoru Leon ile Antusa arasındaki büyük aşkı anlatır. Oya Baydar’ın  Erguvan Kapısı” 12 Eylül romanlarından birisidir. Hilmi Yavuz’un bir şiir kitabının adı da “Erguvan Sözler”dir.  Jülide Ergüder ise “Erguvanı Uğurlarken” adlı kitabında “herkesin bir erguvanı olmalı” der.
Beklerim fecrini leylaklar açan nisanın,
Özlerim vaktini dağ dağ kızaran erguvanın

Yahya Kemal’in bu dizelerine, şu karşılığı vermekte Can Yücel:
Mosmor olmuş gülyazısı bedenin
düşmüş sanki erguvanlar içinde”

Necati Cumalı’nın dizeleri ;
bir erguvanlar vardı
pembe mi desem deli mi desem
bu ümit olmasa içimde
buralarda bir gün beklemem

Orhan VeliAve Maria” adlı şiirinde şöyle seslenir;
ve gemisinde Kleopatra
neden yine kaynaştı havalar
saadet mi getiriyor rüzgâr
dolarak erguvan atlaslara

Hilmi Yavuz’un dizeleri;

Kim bilir ki dün’dür, ölgündür kalbimiz
Yollarsa her zaman biraz küskündür
Yokuşlarda ve inişlerde...
Zamandır seni sardığım kumaş
Bekledin örtünsün ki yavaş yavaş..
Erguvandın, kayboldun dile gelişlerde.

  Aynalar ve Zaman “ şiirinden

erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı”


Günümüz şairlerinden Şükrü Erbaş erguvanı şiirinde şöyle kullanıyor:

Eflatun esintiler içinde titredi incecik
Aynı içten kokuyla iki ayrı erguvan
Birisi bir küçük evin içe dönük bahçesinde
Süsledi sevgisini iki pembe avucun
Öbürü bir mezar başında öksüz

döktü rengini sessizce

Bir de Edip Cansever’e kulak verelim
sevginin çoğul oğlu
senin ülkende yalnız bütün özlemler
bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, coşku
bayrağındaki bir tek çiçekli dalla
orada uçsuz bucaksız
olanca görkemiyle erguvan imparatorluğu   

   
Adalet Ağaoğlu  "Erguvan Fısıltıları" başlıklı yazısında şunları yazar: "Marmara’da, Boğaz’ın sularında gün batımlarının ayak izleri hala erguvandır. Şeker pembeliklerinden portakal kızıllıklarına alacalanan renk cümbüşü... Bir zamanlar bu kıyıların yoğun yeşilliklerine, uzaklarda kat kat açılan sabahın mavi sisine vurup durmuş mor alacası da erguvan şenliğiyle tanımlanır..."

Gülden sonra bayramı yapılacak çiçek varsa o da erguvandır" der Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir” adlı kitabında

Ezginin Günlüğü grubu, “Dargın mıyız?” adlı şarkılarında şöyle mırıldanırlar;

“durdun öyle karşımda mahzun
bana çok uzaklardan baktın
her bahar erguvanlar içinde yaşardık
bu bahar erguvan görmedik”