Sayfalar

11 Nis 2019

10 1/2 Bölümde Dünya Tarihi (On Buçuk Bölümde Dünya Tarihi)




Barnes'dan okuduğum ilk kitap "10 1/2 Bölümde Dünya Tarihi", okuduktan sonra yazarın mizah zekasına hayran kaldım. Gerçi mizah için zeka şarttır denir ama J. Barnes’ınki farklı bir zeka, şeytani adeta. Alay ediyor, şakaya vuruyor, hicvediyor, ironiden kara mizaha her çeşidini kullanıyor mizahın.

Julian Barnes'in  "10 1/2 Bölümde Dünya Tarihi"(On Buçuk Bölümde Dünya Tarihi) adlı romanı, bildiğimiz o klasik dünya tarihi kitaplarından çok farklı. Aslında roman mı bundan da pek emin değilim. Birbiriyle ilişki kurulabilecek ama birbirinden bağımsız öyküler derlemesi bence. On buçuk bölüm olması 10 ayrı bölüm (öykü) ile numara vermediği yarım bölüm kabul ettiği numarasız “Parantez” bölümünden oluşuyor, bir de kısa bir sanat tarihi denemesi de yer alıyor beşinci öykü sonunda, isimsiz olarak. Tüm bölümlerde ortak nokta tahtakurusunun bir şekilde anlatımda yer alması. Bir de Nuh’un Gemisi’nden neredeyse tüm öykülerde bahsedilmesi. 





Kitabı özetlemek zor ama deneyeceğim. İlk öykü “Kaçak Yolcu” da Nuh’un Gemisi'ne kaçak binen bir tahtakurusunun ağzından Tufan Efsanesi anlatılıyor. İlk olarak Gılgamış Destanı’nda geçen, oradan da başta Tevrat olmak üzere kutsal kitaplara aktarılan  efsane, tahtakurusunun bakış açısıyla yazılmış. Nuh'un gemiyi çocuklarla inşası, tanrıyla akitleşmesi, seyahat boyunca yaşananlar  Nuh ve ailesinin ipliğini pazara çıkararak kaçak yolcu tarafından anlatılıyor. Çok keyifli bir öykü. 2. bölüm “Ziyaretçiler”de  yazar Akdeniz'de seyreden bir yolcu gemisini ele geçiren Arap teröristlerin sadece Amerikalı veya İngiliz oldukları için öldürülecek olan masum insanlara yönelik eylemlerine öyle bir yorumla yaklaşır ki, bu ülkelerin Ortadoğu politikalarını sorgulamak kaçınılmaz oluyor. 3. bölüm veya öykünün başlığı “Din Savaşları”. Bu müthiş keyifli öyküde XVI. yüzyılda bir Fransız köyünde halkın tahtakurularını kiliseye, piskopoza ve ekinlere zarar verdikleri gerekçesiyle mahkemeye vermeleri anlatılıyor. Şikayetçi olan halkın avukatı din ve kutsal kitaplar üzerinden şikayetini temellendirirken, davalı haşaratların avukatı, hukuk ve yasalar üzerinden savunmayı kurguluyor. İddia makamı yani savcı da tamamen kutsal kişiler ve dini olaylar üzerinden iddianamesini hazırlayıp mahkumiyet istiyor. Mahkeme sanki bir teoloji-hukuk savaşına dönüyor. Barnes burada dinlerle olduğu kadar, zavallı ve zayıf kişileri ezmeye kararlı hukuk sistemini de eleştirel olarak kapsama alanına alıyor. 4. öykü “Kurtulan”. Çernobil felaketine gönderme yaparak nükleer tehlike karşısında kendisini çaresiz hisseden ve kişisel sorunları da olan genç bir kadının gerçek dost olarak gördüğü iki kedisini yanına alıp bir tekneyle tek başına denize açılmasının, duyduğu yalnızlık ve güvensizlik hissinin, toplumun duyarsızlığının anlatıldığı biraz felsefik bir bölüm.

Medusa'nın Salı

5.bölüm “Deniz Kazası”, gerçek bir olayın Barnes uslubunca anlatıldığı bir öykü. Tabii tahtakurusu ve Nuh’un gemisinin bir şekilde öyküde yer aldığını hatırlatalım. 1816 yılında Kanarya Adaları açıklarındaki Kayalıklara çarpan Fransız fırkateyni Medusa’nın yolcularının küçük bir bölümünün kurtulma hikayesi anlatılıyor. Bölüm sonunda bu olayı resmeden Théodore Géricault’un muhteşem “Medusa’nın Salı” isimli tablosunun mükemmel bir analizi yer alıyor. 6. öykünün adı Dağ. 1840 yılında, inançsız babasının ruhuna Tanrı'dan af dilemek için Ağrı Dağı’na yani Nuh’un gemisinin sanal yuvasına giden, Viktorya döneminde yaşamış dindar bir İngiliz kadının ilginç hikayesi anlatılıyor. Ruhsal tahliller nefes kesici. 7. bölüm Üç Sade Öykü başlıklı. Tarihten üç kısa hikaye, resmi tarihin yazmadığı, tarihçilerin sevmediği, insana ve hayatta kalmaya dair üç küçük öykü. Anlatılmaz, okunur ancak. 8. öykü Nehir Yukarı ve yarım denilen Parantez denemesi. İki Cizvit papazının iki yüzyıl önce Venezuella cangıllarında yaşadıklarını konu alan bir film çekiminde yer alan erkek sanatçının sevgilisine yazdığı mektuplar bu bölümü oluşturuyor. Heyecanlı, ironik, sanatçı ruhunun karmaşıklığı ve daha bir çok öğe bu bölümde sarıyor okuyanı. Barnes’in aşka dair kişisel düşüncelerini yansıtan Parantez bölümü bir deneme. 9. öykü Ararat Projesi  kurmaca da olsa gerçek olaylardan esinlenmiş. Aya ayak basan ve orada bir futbol topuyla şut bile çeken Amerikalı astronotun Nuh'un Gemisi'nin peşine düşmesinin hikayesi. Bu öykü Dağ öyküsü ile bağlantı kurarak sonlanıyor. Hiciv sanatı nasıldır sorusunun cevabı bu öyküde. 10. ve sonuncu öykü Düş, adından da anlaşıldığı gibi düşünde cenneti görmek ve uyanmak nasıl bir duygu. Tabii cennet de cehennem de Barnes’in keskin mizahi zekasından nasibini alıyor.



Aslında bu kitabı özetlemek gerçekten zor , dünya insanlık tarihinde muhalif kısa bir gezinti yapan J. Barnes’in amacı tarih kitabı yazmak değil. Tarihin ana unsurlarının kahramanlardan, kahramanlıklardan, galip gelenlerden, galibiyetlerden ibaret olmadığını, tam tersine tarihin ezilenlerden, mağdurlardan, haksızlığa uğramışlardan kısaca tarih kitaplarının hiçbir zaman söz etmediği kişiler ve olaylardan oluştuğunu anlatmak istiyor. 
Edebiyatın evrensel temalarından aşk, hırs, yaşam mücadelesi, din ve inançları ele alıp tarihin farklı dönemlerinden kimi gerçek kimi kurgu, farklı öykülerle insanı ve insanlığı sorguluyor. Bunu yaparken de kutsal kitaplar başta olmak üzere kafayı buluyor, dalgasını geçiyor, bazen argo bazen romantik, bazen hırçın bazen şiirsel edebiyatın içinde dans ediyor. Tabii mizahi üslubu ve muhteşem ironi yeteneğini tüm bölümlere aktararak.
Diyor ki Barnes “Tarih olan biten değildir, tarih tarihçilerin bize anlattıklarıdır..... Tarih bir şeyler bulmamız açısından yararlıdır. Biz onları örtbas etmeye çalışırız, ama tarih peşimizi bırakmaz” 
Julian Barnes ve 10 1/2 Bölümde Dünya Tarihi mutlak okunması gereken kitaplardan birisidir kanımca.



Dr Faik Çelik