Sayfalar

23 Ağu 2012

ANADOLU, sahipsiz yurdum…

Berlin'de Bergama Müzesi
 


1830'ların Alman propagandisti Dr. Ernst Jackh şöyle demiş: "Orada, Türkiye'de,  Anadolu ve Mezopotamya var. Ana­dolu doğan bir güneş, Mezopotamya ise eski bir cennet. Bu adlar bizim için bir simge olmalıdır".

Klasik Batı Uygarlığının kökeni  Anadolu'da İyonya’dadır.  Yani kendilerine sonraları Hellen diyen toplumun Olympos’lu tanrıları oluşturdukları kültürün anayurdu millattan önce Onuncu yüzyıllardaki Anadolu’dur. Homeros  ve ondan ikiyüz yıl sonra Anadolu'dan Yunanistan’a göç eden Hesiodos, anılarını ve düşüncelerini  İyon lehçesinde yazmışlardır. İyon lehçesi bilinen en eski Grek lehçesidir. Milattan önce dördüncü yüzyılda  kurulan Bergama (Pergamon) Asklepionu ile ilgili bilgilerin çoğunu burada tedavi olan tarihçi Aristides’in İyonca yazdığı yazılardan öğreniyoruz. İyon bilimi,felsefesi ve  edebiyatıyla, kısaca kültürüyle Anadolu'dan gelişmiş ve ancak üçyüz yıl sonra Yunanistan'a geçmiştir.

İlk doğa filozofları BatıAnadolu'da özellikle İyonya'da ortaya çıkmış ve bilimsel yaklaşımın temeli de burada  atılmıştır. Batı Anadolu'yu Ege'nin batı yakasından ayıran en büyük özellik, burada düşüncenin özgür olarak ifade edilmesiydi. Milet’li Thales ile başlayıp Anaksimandros, Anaksimenes, Diyogenes ve Herakleitos'le devam ederek Teos’lu Demokritos’la sonlanan Anadolu düşünürlerine karşı, antik Yunanistan’da  Sokrat-Platon-Aristo  ve ardılı düşünürler  yer almaktadır. Buna  Anadolu materyalizmine karşı Atina idealizmi demek doğru olur.  

Efes'te doğup  burada yaşayan Herakleitos (MÖ 550 ) karşıt elementlerin birbiri ile mücadelesinden gelişim doğduğunu ve doğada hiçbir şeyin olduğu gibi kalmayıp sürekli şekil değiştirdiğiniileri sürmüştür. İyonyalı   filozofun ünlü deyişi  aynı akarsuda iki defa yıkanılamaz kendinden sonraki tüm filozofları etkilemiştir. Alman düşünür Nietzsche, Herakleitos  için, " dünya her zaman gerçeğe muhtaçtır, o halde her zaman Herakleitos'a muhtaçtır” diyerek Herakleitos’un büyüklüğünü vurgulamıştır.

Efes’e yakın bir kent olan Kolophon’da yaşamış, bir Anadolu bilgesi olan Xenophanes (MÖ 569-477) ilk kez “tek tanrı” fikrini ileri sürer ve hepimiz topraktan ve sudan doğduk, zira;  topraktan gelir bütün şeyler ve döner toprağa… demiştir, demiştir de biz bu büyük filozofu değil dünyaya, kendi insanımıza tanıtmış mıyız, adına bir etkinlik, bir kütüphane, bir felsefe okulu açmış mıyız ? Sahipsiz yurdum benim, anadolum.

Coğrafyacıların en büyük isimlerinden biri de tarihin babası olarak anılan Heredotos'tu (MÖ 440-425) . O bir Anadolu insanıydı, Halikarnas’lıydı, yani bugünkü Bodrum. Amasyalı Strabon (MÖ 63 - MS 20), "Geografika" isimli yapıtında gezdiği ülkeleri anlatan bir başka coğrafyacıydı. Bergama’lı nişanlısını görmek için yayan olarak  yollara düşen İzmirli Homeros'un İlyada ve Odysseia destanları batıda baş tacı edilen klasiklerken bizim okullarımızda okutuluyor mu acaba ?
İzmir'li Homeros
 
Parşömen yani Bergama Kağıdı olarak isimlendirilmiş  “Pergamene"  keşfedilmesini tarihteki ilk kağıt ambargosunu uygulayarak Bergama'ya papirüs ihracını durduran Mısır Uygarlığı’na borçludur. Tabaklanmış keçi derisi ilk parşömenin ana malzemesidir. Parşömenin kullanılmasıyla 200 000 kitabıyla Bergama Kütüphanesi'nin İskenderiye'deki kütüphaneye kafa tuttuğunu, dünyanın en dik antik tiyatrosunun Bergama’da olduğunu, Hippokrat'tan sonra antikçağın en ünlü hekimi olan, atardamarların kan taşıdığını gösterip açıklayan ve beşyüz kadar kitap yazan  Galenos’un  Bergama'da doğmuş  olduğunu, psikiyatri, psikodrama ve psikoterapinin ilk uygulandığı şifa yurdu Bergama Asklepionu'nda çalışmış olduğunu, yaralanan gladyatörler için maaşlı devlet görevlisi olduğunu kaç kişi  biliyor ?

Hipokrat ve Galen’i bir kenara bırakalım, Kalkedon’lu (Kadıköy) Heraphilos’un (MÖ 320)  İskenderiye tıp ekolünün kurucusu olma onurunu anlatamamak, tanıtımını yapmamak Anadolu’mu sahipsiz bırakmak değil midir, ki  o Heraphilos,  beyin ile beyinciği birbirinden ayırt etmiş, "duodenuma"  12 parmak adını vermiş büyük bir hekimdir. Efes’li Soranus (MS 98-138) ise tarihin ilk kadın hastalıkları doktoru yani obstetrisyenidir. ”Kadınların  Hastalıkları Üzerine” adlı kitabı 15 asır boyunca okutulmuş, büyüyü kesinlikle reddetmiş,  mensturasyonun bir iç temizlenme olayı olmadığını, gebelikle ilişkili olduğunu belirtmiştir. Anadolu’nun bu büyük hekimlerine ne kadar sahip çıkıyoruz sorduk mu kendimize hiç ?
Milet'li Tales

İbret listemize bir bakalım:




1) Homeros'un İlyada’sını okuyup 41 yaşında Troya yollarına düşen Schliemann  1868-1873 yılları arasında Troya yağmasını başlatır,  bulduklarını Berlin'e götürür.

2) Al­man tüccar-mühendis Cari Humann görev yeri Türkiye' ye gelerek demiryolları ve ka­rayolu inşaatlarında mühendis olarak çalış­maya başlar. Humann, ça­lıştıkça Anadolu topraklarının altındaki tarihe, arkeolojik görkemli yapılara rastlar ve Bergama'da kazıya başlar. 1878'de Büyük Zeus Sunağı'nı ortaya çıkartır. Dönemin eşsiz heykeltıraşlık sanat örneklerini içeren bu olağanüstü yapı, yerinden sökülüp Almanya'daki Berlin müzesine götürülür.

 3) British Museum’dan Sir C. Leonard Woolley 1911'de Karkamış kazısının başına getirilir. Casus Lawrence (Ara­bistanlı) ile birlikte Karkamış'ta beş kazı mevsimi geçirirler. Karkamış çevresindeki köylüler ve kazı­larda çalışanlar, geceleri mezarları soyarlar ve bunları  64 sandık içinde İngiliz Konsolosluğu yoluyla British Museum'a gönderirler. Geç Hitit Krallığı'nın başkenti Karkamış böylece  British Museum'a taşınır.

4) İngilizler Likya Bölgesinde bulunan, anıtsal önemi büyük Nereidler Anıtı'nı da British Museum'a taşımışlardır.

 5) Antalya Müzesi'nden baş kısmı çalınıp Amerika'ya götürü­len Herakles heykelini, 70'lerde bir şafak vakti Arke­oloji Müzesinden kaçırılan Büyük İskender heykelinin  başını hatırladıkça içim acımakta, canım yanmakta. Berlin’de, British Museum’da ve Louvre ‘da  "Hitit Tab­letleri Koleksiyonu” nasıl oluştu düşünmek bile istemiyor insan. Yazık ki yazık…

Dünyanın en eski uygarlıkları olan Mısır ve  Mezopotamya medeniyetlerinin Avrupa’ya akışını sağlayan, Yunus Emre’lerin, Karacaoğlan’ların anayurdu, Hipokrat, Galen, Soranus, Herafilus, Şerefeddin Sabuncu ve Hulusi Behçet’lerin döl yatağı Anadolu, anadolum, sahipsiz yurdum benim.



 
          Truva Hazineleri                                                                                                  Nereidler Anıtı

 

22 Ağu 2012

Türkan Saylan'ın ardından




Sanırım 70’li yılların başlarıydı, fakültede yoğun siyasi hareketlilik ile öğrenci olarak bizlerin heyecanlı hareketliliği  birbirinin içine girmişti. Türkan Hoca’mızı ilk kez o sıralarda görmüştüm, kısa siyah saçları ve incecik vücudu, aydınlık güler yüzü ile hemen dikkat çekiyordu, güzel, alımlı bir kadındı.

Yüzünde saklamaya çalışmadığı ancak hissedilen bir hüzün vardı. Daha sonra dermatoloji stajında tekrar karşılaşmıştım, sanki daha da güzelleşmişti. Biz 77’liler can güvenliğimiz olmadığı için yeminsiz ve törensiz fakülteyi bitirdiğimizde bizleri teselli eden bir Nuran Hocamız, bir Hayrünisa Hocamız ve bir Türkan Hocamız vardı.

Daha sonra hocamı Lepra hastanesinde bir kez daha gördüm, aynı asil duruşuyla , özgüveni dorukta, koşuşturan ve yorulmayan bir bilim insanı… Yıllar sonra tekrar ve son gördüğümde ise İstanbul Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nde  kendisi gibi yorgun hasta odasında yataktaydı. Kırmızı ruju ve bu ruj ile uyumlu bandanası, asit ile dolu karnını bizler üzülmeyelim diye pikenin altına saklayan ancak o zarif ellerini  pikenin üzerinden kaldırdığında şişliği belli olan vücudu ile yatakta yatan ama “düşmana inat bir gün daha yaşıyorum” bakışı ile bizlere teşekkür eden Türkan Hoca’m.

Yüzünde ilk gün gördüğüm hüzün aynen duruyordu, yıllar bu hüznü silememişti. Aslında gülüşünde, inatçı konuşmasında, hatta kahkahasında bile o tatlı hüznü hep vardı. Kendisine İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü olarak Rektör Yardımcıları ve Genel Sekreterimizle birlikte geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuş, yanında olduğumuzu ifade etmiştik.

Türkan Saylan bir semboldür, Atatürkçülük adına Atatürk’ü yanlış yorumlayan ve davrananlara  “ne şeriat ne darbe” söylemiyle demokrasinin erdemini her fırsatta hatırlatan,   Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaşlığının sembolüdür.  Düşüncelerini şiddet ve kaba kuvvetle savunan ve kabul ettirmeye çalışanlara karşı duruşuyla insancıllığın ve düşünce özgürlüğünün sembolüdür. Ölüme yaklaştığı son günlerde uğradığı haksızlıklara ve iftiralara karşı bedeninin tükenmekte olan enerjisini son ana kadar kullanışı ile  direnişin sembolüdür.

Eğitim için devletin yapamadığını yapan, binlerce fakir ve kısıtlı olanaklar içindeki genç kızımızı karları delerek aydınlık gökyüzüyle buluşturan, okutan, eğitimin sembolüdür, kardelenlerin anasıdır.
 
 

Onuncu Yıl Marşı'nı olur olmaz yerde ve zamanda çalıp zıp zıp zıplamak yerine 35 000 burslu kız öğrencinin 100 000’e çıkarılmasını, her köye bir okul,  her ilçeye bir kız yurdu yapılmasını vasiyet eden bir çağdaş yaşam sembolüdür. Mitinglerde kendisini konuşturmayanlar ve cenazesine gelmeyen Devlet temsilcilerine hatta her kesime ölümüyle gerçek insan sevgisini, olgunluğunu, kadirbilirliğini ve  yurt sevgisini gösteren bir idealdir, bir ülküdür.

Türkan Saylan, tam da hocası Prof.Dr. Sadi Irmak’ın tanımladığı gibi " bağımsızlığın, özgürlüğün, çağdaşlaşmanın, sosyal adaletin, ülke bütünlüğünün, som, mutlu bir vatandaşlık ülküsünün, barışık bir dünya düzeninin sembolü olan Atatürkçülüğün" * gerçek bir öğreticisi , örnek bir Cumhuriyet kadınıydı.

Bizler sana minnettarız güzel Hocam.

*Atatürk’ten Anılar. Ord. Prof.Dr.Sadi Irmak, Güven Matbaası, 1978, Ankara