Hafta sonu genelin aksine deniz
kıyısına değil, Avrupa’nın tam ortasına gittim, Viyana’ya. Burasını seçmemdeki temel faktör Viyana Sanat Tarihi müzesi ile
Doğa Tarihi müzelerini, ikiz kardeşleri görme isteğimdi. Her iki müze de müthiş
gerçekten. Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki,
Sanat Tarihi Müzesi (Kunthistorischemuseum), hem eser zenginliği hem de
binanın güzelliği olarak değerlendirdiğimde Louvre ve
Hermitage’dan sonra dünyanın en iyi üçüncü müzesi. Peki neden diğerleri kadar çok tanınmıyor veya
Madrid Prado'dan, British Museum’dan daha az tanınıyor ? Sanırım tanıtım ve pazarlamada Avusturya
yetkilileri yetersizler, bir de isminden kaybediyor galiba; söylemesi de
yazması da zor.
Gezmesi çok rahat, ziyaretçi yoğunluğu
yok, odalar geniş ve her odada oturmak için yerler var. Bu, benim gibi müze
dolaşırken beli ağrıyanlar için çok önemli bir kolaylık. Resimlerin korunması
yetersiz gibi geldi bana, ama görevliler çok nazik, isteyin fotoğrafınızı bile çekiyorlar,
ne Louvre’daki gibi burunları kaf dağında ne de Hermitage’deki gibi suratsız ve kaknem
gardiyan kadınlar var buralarda . Müzenin hediyelik eşya bölümü de çok çeşitli
ürünlerle dolu ve fiyatlar son derece makul. Zaten Avusturya’lılar iyi niyetli
ve güzel huylu insanlar, bu bağlamda Alman, Fransız, Belçika, Hollanda ve benzeri ülkelerden çok farklılar. Nefis
bir meydanın sağında doğa tarihi, solunda ise sanat tarihi müzeleri yerleşmiş.
Giriş ücreti 10 Euro. Mutlaka kulaklık almalı, çok bilgi veriyor.Eski Mısır,
Grek ve Roma uygarlıklarına ait eserlerin yanında zengin resim koleksiyonu içinde benim için en
önemli olan salon P. Bruegel’in odası. Avrupa’daki en zengin Bruegel koleksiyonu
burada, 20 resim yan yana. Bu odayı tavaf ettim adeta, üç kez dolaştım, yakından inceledim, bazı
tablolarına tekrar tekrar baktım.
Döneminde meslektaşlarının para
karşılığı kiliseye şatafatlı dini resimler ya da aristokrat görgüsüz
zenginlerin servetlerini ortaya koyacak biçimde ısmarlama resim yaptıkları
hatırlanırsa Bruegel’in, doğa resimleri,
günlük mütevazi yaşamı, köylüleri anlatan resimleri yapması daha bir anlamlıdır.
Her resminde bir öykü anlatır Bruegel. Köy yaşamını ve orada yaşayan insanları
açık bir şekilde anlatmayı başaran Bruegel çoğunlukla köylü zannedilmiş hatta “Köylü
Bruegel” bile denmiştir. Bruegel zıtlık içeren konuları alegorik olarak anlatma
yolunu seçmiştir, örneğin iyilik-kötülük, zayıflık-güçlülük, saflık- kurnazlık,
mevsimler gibi. Son yıllarda onun resimlerine de dini anlamlar yüklenmeye çalışılmaktadır ama beyhude çabalardır bunlar. Bruegel, çağını tüm içtenliğiyle resmetmiştir, dini veya mitolojik konulu resimlerinde bile ne İsa'ya ne Meryem Ana'ya ne de havarilere bir gönderme çabasında bulunmuştur, aksine konuyu olduğu gibi yansıtmıştır.
Eserlerini yakından gördüğümde
hayranlığımın katlanarak arttığı Flaman ressam P. Bruegel’in burada (Kunthistorischemuseum)
sergilenmekte olan köy düğünü resminden bahsedeceğim biraz. Daha önceki
yazılarımda “Çocuk Oyunları” ve “İkarus’un Düşüşü”nden bahsetmiştir. Tuval
üzerine yağlıboya, 124 x 164 cm. bir tablo. Orijinal adı De Boerenbruiloft,
yani “Köylülerin Düğünü “.
Yapıldığı tarih 1568. Müzeden öğrendiğim bazı bilgiler şöyle:
Bruegel’in yaşadığı yüzyılda yemek resimlerinde soylular ve şehirli aileler hep şu şekilde resmedilmiş; masada oturan ancak yiyeceklere dokunmayan insanlar, hatta bir şey yemek şöyle dursun ağızlarını bile açmayan insanlar... Buna karşın Bruegel’in Peasant Wedding Banquet yani “ Köylü Düğünü Ziyafeti” adlı resminde genel eğilimin aksine iki adamın ve bir kadının ağızlarına kaşık götürdükleri, bir misafirin dudaklarına sürahi götürdüğü, ön planda sol altta ise bir çocuğun parmaklarını yalamakta olduğu görülmektedir. Masanın sonunda tam köşede bir çocuk annesinin yanında ağzına yiyecek götürmektedir. Doğal ve içten, çünkü resim ısmarlama değil !
Resimde gelin, duvarda yeşil bir çuha üzerine asılı “gelinlik tacı” altında oturuyor, o zamanın adetleri gereği düğün masasında gelinin hiçbir şey yapmaması, yemek yememesi ve konuşmaması gereği gelin öylece oturuyor. Damat ise ortada yoktur, çünkü yine geleneksel olarak damadın düğün yemeğinde bulunmaması gerekiyor. Resimde gelinin iki sağında yüksek arkalıklı sandalyede nikah memuru oturmaktadır.
Düğün bir samanlıkta veya ahırda
geçiyor, çünkü misafirlerin arkasında saman balyaları yığılmış durumda
görülmekte. Duvardaki bir tırmık ile iki mısır demeti hasat zamanı olduğunu
akla getiriyor. Tabaklar menteşeleri çıkarılmış bir kapı üzerinde taşınıyor.
Yemekler ise ekmek, yulaf lapası ve çorbadan ibaret. Yemekleri taşıyan öndeki adamın şapkasının kenarına tutturulmuş olan
tahta kaşık, bu adamın parayla çalışan bir işçi olduğunu gösterir. Arkadaki adamın şapkasındaki kurdele
ise mensup olduğu grubu gösteriyor. Sol alt köşede bir adam küpler içindeki içkiyi sürahilere doldurmaktadır. İçkinin renginden bira olduğu anlaşılmaktadır. Zaten buğday, arpa yetiştiren köylülerin bira içmesi doğaldır, buna karşın zengin sofralarında şarap içki olarak yer almaktadır.
Davetli misafirler beyaz örtülü büyük masanın etrafında arkalığı olmayan kaba ahşap sıralarda ve basit sandalyelerde oturmaktadır. Masanın başında oturan kırmızı şapkalı genç bir adam yemek tabaklarını konuklara uzatmaktadır. Resmin sol tarafındaki bir başkası ise düğün birasını ufak kupalara doldurur. Resmin daha sağ tarafında kıyafetinden anlaşıldığı kadarıyla bir Fransisken papazı soylu bir adamla konuşmaktadır. Masanın altından kafasını çıkaran köpek muhtemelen soylu adamın köpeğidir. Resmin sol tarafında ayakta duran iki adam gayda çalmaktadır. Bunların pantolonlarında da mensubiyetlerini gösteren kurdeleler görülür. Bunlardan birinin gözü yemeklerdedir.
Müzeden ayrılırken Bruegel’in yıllar sonra ortaya çıkan sürrealist ressamların; Picassoların, Dali’lerin fikir babası olduğunu, resimlerinin ise sürrealist resimlerin prototipleri olduğunu düşündüm.
Nikah Memuru
Fransisken Keşiş ve Soylu
GELİN
Dr Faik Çelik
ayrıca bkz.
https://argoscelik.blogspot.com.tr/2013/05/bruegel-ve-korler-meseli.html
https://argoscelik.blogspot.com.tr/2013/04/bruegel-ve-hollanda-atasozleri.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder