Sorgulayan ve düşünen insanla var olan felsefe,
insanlığa bilimin ve uygarlığın kapılarını açmıştır. Felsefe, insanın kendisini, ilişkilerini, çevresini,
var oluşunu, dünyayı, doğayı, yaradılışı, estetiği, sanatı, ahlakı, toplumsal
tüm değerleri, gerçekleri ve bilinmeyeni sorgulamasıdır.
Tıpta “insan” faktörünün baş rolde olması, tıbbın
kültürel ve sosyal yönleri barındıran bir doğa bilimi olması sonucunu
doğurmaktadır. Bu nedenle tıp ve hekimlik dar bir
biyo-medikal bakış açısıyla değil, geniş ve bütüncül bir bakış açısıyla ele
alınmalı, eleştirel bakış açısı kullanılmalı
ve daha da önemlisi bunların pratiğe yansıtılması gerektiği düşüncesindeyim. . Felsefe,
hekimliğin bilimsel ve teknik yönlerine katkıda bulunmaz kuşkusuz, belki sanat yönüne sınırlı bir katkıda bulunabilir,
ancak özellikle “insan” ve "insana
dair" düşünce ve kavramlara katkısı çok büyüktür.
Yirminci yüzyılda 3A olarak ifade ettiğimiz
“Asepsi-Antisepsi-Anestezi”nin devreye girmesiyle yani antibiyotiklerin gelişmesi ve kullanılması,
kan ve kan ürünlerinin tedavide yaygınlaşması, cerrahi uygulamaların teknoloji ile birlikte gelişmesi tıbbın seyrini değiştirmiştir. Bu
gelişmelerin yanı sıra oftalmoskop,
laringoskop, sistoskop, gastroskop gibi
doğrudan görüntüleme cihazlarının yanı sıra tomografi, manyetik rezonans ve
daha ileri indirekt görüntüleme yöntemleri de kullanılmaya başlanmıştır.
Sintigraf, sonograf, defibrilatör, pacemaker kullanılması, hemodiyaliz, kobalt
tedavisi, radyoterapi uygulanması, suni solunum cihazları ve yoğun bakım
sistemlerinin devreye girmesi, koroner bypass cerrahisi, organ ve doku nakillerinin gerçekleşmesi
yüzyılın son yarısında ortaya çıkan tıbbi ve teknolojik gelişmelerden ilk planda
aklımıza gelenlerdir. Bu gelişmeler
hızlanarak sağlık hizmetlerini
bir endüstriye dönüştürdü. Bu
yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan
“digital tıp” ve “genetik tıp” kavramları ile
hekimlik sanatının varlığı sorgulanır oldu.
XIX. yüzyılla birlikte
tıp ve hekimlik felsefeden uzaklaşmaya başlamıştır. Tıbbın toplumdaki “yüksek
statüsünü” sağlayan “ insancıllık ve
vicdan faktörü” yerini teknolojik
gelişmeler ve laboratuarlarda yapılan daha bilimsel araştırmalara bağlanan “teknik gelişmeleri takip etme ve bunları kullanma faktörüne” bırakmıştır, böylece hekimlik şekil
değiştirmiştir. Hastalıkların nedenlerini ortaya
çıkarmak için yapılan tüm bilimsel çalışmalar, deneyler, laboratuvar
araştırmaları o kadar hızlı ve göz alıcı sonuçlar ortaya çıkarmıştır ki, tıbbın
gözü kamaşmış, felsefe başta olmak üzere sosyal ve beşeri bilimlerle olan
bağlarını görmez olmuştur. Bütünü görmesi gereken hekim, çağın baskısıyla kendisindeki
bilimin idealini felsefenin idealinden
ayırmak zorunda hissetmiş, sonunda
tıbbın odağındaki insanı, "etiyle-kemiğiyle-ruhuyla " bir
bütün olarak görmemeye başlamıştır. Tıp insandan uzaklaşmış, makine ve teknolojik gelişmelere yaklaşmıştır.
Çağdaş filozoflardan
Bertrand Russel (1872-1970) bu gelişmeyi “bilim bildiğimiz şeyler, felsefe de
bilmediğimiz şeylerdir, bu nedenle de, insan bilgisi ilerledikçe, sorunlar
felsefe alanından bilim alanına geçer”
sözleriyle ifade etmekte ve uyarmaktadır. “Bilgelikle birleşmeyen kudret
tehlikelidir ve çağımız için gerekli olan şey de bilgiden çok bilgeliktir”. İshak İbn Huneyn, "Tabiplerin
ve Filozofların Tarihi " adlı yapıtında filozofların aynı zamanda
tabip, tabip olanların da aynı zamanda filozof olduğunu ifade etmektedir.
“Tıp ve Felsefe” isimli kitabında Güntöre
şöyle demektedir: “Felsefe tarihine şöylesine bir bakış attığımızda bütün bilimlerin
başlangıcı olan felsefenin bir süre sonra pozitif bilimlerin uzmanlaşması ve kendi
içlerinde yetkinleşmelerini takiben bazılarınca değerden düşmüş gözüyle
bakılarak bir kenara itilmiş, boş
konuşma ya da spekülasyon değerlendirilmelerine maruz kalmıştır, ancak hangi
alana elimizi uzatırsak uzatalım felsefe ile karşılaşmamız kaçınılmaz olmaktadır. Bilim dünyasından sıradan bir insan, bir gün bir yerde felsefe
ile karşılaşır, ister bilinçli ister bilinçsiz. Çünkü felsefe teknik anlamının
dışında en insana özgü olanıdır ve insanın içindeki gizil gücüdür. Felsefeyi bir takım güzel sözler manzumesi
olarak düşünmek, bir takım ideolojilerin yatağı olarak görmek, inançsızlığın
kalesi diye bağnazca yaklaşmak metafizik gerçeklerin alanı diye görmek ya da düşüncelerin
ya da düşünürlerin savaş alanı diye değerlendirmek felsefenin ne olduğunu daha da kötüsü ne
olmadığını bilmemek demektir. Hele hele bilim ile iç içe yaşayıp da felsefeye
hiç sokulmamak bilim yaptığını sananların da bir açmazıdır aslında”.
Macit Gökberk ise diyor ki;
“Felsefe, insana düşünmeyi öğreten
ve araştırmayı öngören, geçmişte olduğu gibi,
bulunulan anda ve gelecekte, insanların bilgi susuzluğuna çare olmayı
amaçlar. Felsefeyi
verilen cevaplar değil sorulan sorular değerli kılar, bu sorular insanın önünü
açan sorulardır. Tıp bilimi
bir yanıyla sosyal bilim bir yanıyla da pozitif bilim olduğundan, doğa bilimi
tanımı tıp için uygun düşmektedir. Hekimlik bir sanattır , “bilgi ve beceriler
bütününden oluşan” bir sanat. Tıp ise çağın
gerçekleri doğrultusunda uygulanan bir bilim ve sanattır. Bilim de sanat da
insan beyninin ürünleridir. Doğada insan olduğu için bilim ve sanat vardır.
Felsefe ile sistematik düşünmeye başlayan insanın biraz sorgulayıp, neden ve
niçinlere başvurması ile tıp ve felsefe buluşmuştur. Tıp, insanın bedeni ıstıraplarının ve bunları
iyileştirme araçlarının bilgisidir,
felsefe ise dogmatizm deliliğinden acı çekenlerin ruhlarını iyileştiren
bir bilimdir, felsefe amacına her
zaman, tıp ise çoğu zaman varır”.
Fransız Devrimi, aydınlanma hareketi, endüstri ve
sanayi devrimleri, yeni bilimsel gelişmeler ve buluşlar gibi birçok yeni kavram
ve anlayışlar insanlık için çok olumlu olsalar da tıbbın felsefeden kopuşunu
engellememiş, tersine hızlandırmışlardır. Aslında din ile bilim net sınırlarla birbirlerinden
ayrılmış, felsefe teolojinin egemenliğinden kurtulmuştur. Buna rağmen insan düşünme sistematiğini felsefe disiplini
içinde değil, pragmatik-faydacı ve sonuç odaklı bir sistematik ile
değiştirmiştir. Hekim-filozof devri doğal olarak bitmiş ancak hekimlerle
filozoflar arasında soğuk rüzgarlar doğal olmayan bir şekilde esmiştir hatta
güvensizlik dönemi başlamıştır. Bu gelişmelerden Hegel İdealizmi’nin “felsefeyi” temsil etmesi, buna karşın Comte Pozitivizmi’nin “bilimi”
dolayısıyla “tıbbı” temsil ediyor olması sorumludur. Karl Marx’ın
“diyalektik materyalizm felsefesi”
felsefede önemli bir kavram olan "tarih" ve “diyalektik” kavramını yanına almış, böylece
idealizm ile materyalizm arasında uzlaşmaz bir tablo ortaya çıkmıştır.
Bu olağan üstü gelişmelerde “tıp ve bilim”
materyalist cephede konuşlanırken “din ve kısmen felsefe” doğal olarak
idealist cephede yer almıştır. Artık tıp felsefeye ihtiyaç duymamaktadır ve
insanı sadece bilimsel araştırmalar, istatistikler ve rakamlarla değerlendirmektedir.
Felsefe bu kavramlardan uzak olduğu için küçümsenmeye, yardımcı rolü üstlenmeye
zorlanmıştır. Bilimin sadece araştırmalarda ve
laboratuvarlarda üretilebileceği kabul edildiğinden felsefe bilimden
uzaklaşmıştır.
Gerçekte bilimle din aynı alanda hüküm
süremezler. Çünkü bilim öğrenir, din ise öğretir. Bilimde kuşkulanma ve
sorgulama itici güç olurken dinde sorgulamaya izin verilmez, koşulsuz inanç
aranır. Bilim dünyayı anlamaya çalışır, din ve felsefe ise insan yaşamına bir
anlam vermeye. Bütün bu uzlaşmaz gibi görünen karşıtlıklara rağmen bilim ve din
birbirlerine özellikle tıpta ve hekimlikte kayıtsız kalamazlar. Kendi
alanlarında sınırlarını zorlamadan birbirlerine destek olmalıdırlar. Bilim
kavramlarını sorgulamayan, eleştirmeyen, tıp adına yapılanları doğrudan ret
eden bir felsefe anlayışının tıbba büyük zarar verdiği kanısındayım. Darwin’in
“Evrim Kuramı”na inanmak, meditasyonun veya dua etmenin iyileştirici gücüne
inanmayı hemen ret etmeyi gerektirmez ki !
Aynı şekilde inanç ile bağışıklık sisteminin pozitif etkilenerek
stresin ve kanserin üstesinden gelinebileceğini kabul etmek, yaratılış
teorisine sıkı sıkıya sarılıp insanın
temel yapı taşlarından olan protein DNA’sının laboratuar koşullarında
yaratıldığını görmezden gelmeyi, fosillerdeki evrimsel gelişmeleri kabul etmemeyi haklı kılmaz.
Tıp siyah-beyaz bir bilim değildir, onda
sanatın gri tonları, hatta gök kuşağının yedi rengi vardır. Tıp bilimi boş inanç
ve hurafeleri, akıl dışı dinsel dogmaları kabul etmez. Ama insanı maddeye
indirgemeyi de kabul etmez. Hekimlik sanatı gök kuşağındaki renkleri en iyi
kullananın ellerinde “iyi hekimlik” adını alır.
Günümüzde tıp olması gerektiğinin tam aksi yönde
seyretmekte, felsefenin diline, klasik tezlerine ve bilimsel araştırma
yöntemlerine uzak durmakta, adeta yabancılaşmaktadır. Halbuki tıp, başta
felsefe olmak üzere sosyal disiplinleri çağdaş ve meraklı bakışlarla
izlemelidir. Tıp tarihine bakacak olursak tıp ile felsefe asırlar boyunca iç
içe hatta bütünleşerek temel sorulara ve sorunlara birlikte cevap aramışlardır.
Geçmiş ile günümüz arasında var olan bu temel ayrılık, bilginin ve daha açık
bir ifadeyle insan düşüncesinin gelişmesine, her iki disiplinin vermiş olduğu farklı reflekslerden
kaynaklanmaktadır. İnsanın içgüdüsel davranışlarının yerini yükselen bir
seyirle düşünsel davranışlarının almasına
paralel olarak, bilginin olağanüstü
çoğalmasına tıp ve felsefe bilimleri farklı tepkiler vermiştir.
Genetik ve moleküler biyolojideki gelişmeler sosyal açıdan tıpta farklı bir bakış
açısının ve bağlı olarak farklı
akımların oluşmasını sağlarken, meslekî olarak da tıpta farklı etkileşimlere
yol açmıştır. Savaşların tıbba katkısı maalesef olağan üstü olmuştur, İkinci
Dünya Savaşı ve Vietnam savaşı sonrasında tıp biliminde büyük atılımlar
gerçekleştirilmiştir. İnsan canı pahasına elde edilen deneyim ve kazanımlar
daha sonraki yıllarda birçok hastanın kurtuluşu olmuştur. Tam bir paradoks…
Araştırılması ve sorgulanması gereken insanlık suçu kavramındaki dramatik sözde
katkılar “Nürnberg Mahkemeleri” dışında yargılanmamıştır. Yargılanmayan “Dr
Mengele”ler dünyanın dört bir yanında mesleklerini icra etmektedirler. Maalesef
bu yazdıklarım varsayım değildir,
gerçektir.
Ek Okuma:
Tıp ve Felsefe https://argoscelik.blogspot.com.tr/2012/01/tbbn-ve-cerrahinin-felsefesi.html
Tıp ve Felsefe https://argoscelik.blogspot.com.tr/2012/01/tbbn-ve-cerrahinin-felsefesi.html
Yararlanılan
Kaynaklar
CAPLAN, A.L.: Does the philosophy of medicine exist? Theoretical
Medicine, 1992, 13:67-77.
ÇELİK
Faik : Hekimliğin Seyir Defteri, Deomed Yayınları. 2013,
İstanbul
ÇELİK
Faik : Tıbbın Ölümcül Hastalığı: Mekanikleşme, Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü
Dergisi, Sayı 14, 2010
http://www.sdplatform.com/Dergi/387/Tibbin-olumcul-hastaligi-Mekaniklesme.aspx (görüntüleme tarihi 16.04.2015)
ÇELİK Faik : Tıbbın ve Cerrahinin Felsefesi. Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, sayı 21,
s: 94-97 http://www.sdplatform.com/Dergi/577/Tibbin-ve-cerrahinin-felsefesi.aspx (görüntüleme tarihi 16.04.2015)
EREN, Nevzat. Çağlar boyunca toplum, sağlık ve insan.
Ankara: Somgür Ltd. Şti., 1996;
GÖKBERK, Macit :
Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 2008, İstanbul
GÜNTÖRE,
Sibel Öztürk : Tıp ve Felsefe, http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=262 (görüntüleme tarihi
01.10.2011)
MARCUM, James A.:
Philosophy of Medicine, IEP, January 2012
http://www.iep.utm.edu/medicine/ (görüntüleme tarihi, 23.03.2013)
RUSSEL, Bertrand: Din ile
Bilim, YKY, 2008, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder