Sayfalar

22 Mar 2016

YİRMİNCİ YÜZYIL TIBBI ve FELSEFEDEN KOPUŞ



Sorgulayan ve düşünen insanla var olan felsefe, insanlığa bilimin ve uygarlığın kapılarını açmıştır. Felsefe,  insanın kendisini, ilişkilerini, çevresini, var oluşunu, dünyayı, doğayı, yaradılışı, estetiği, sanatı, ahlakı, toplumsal tüm değerleri, gerçekleri ve bilinmeyeni sorgulamasıdır. 

Tıpta “insan” faktörünün baş rolde olması, tıbbın kültürel ve sosyal yönleri barındıran bir doğa bilimi olması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle tıp ve  hekimlik  dar bir biyo-medikal bakış açısıyla değil, geniş ve bütüncül bir bakış açısıyla ele alınmalı, eleştirel bakış açısı kullanılmalı  ve daha da önemlisi  bunların  pratiğe yansıtılması gerektiği düşüncesindeyim. . Felsefe, hekimliğin bilimsel ve teknik yönlerine katkıda bulunmaz kuşkusuz, belki  sanat yönüne sınırlı bir katkıda bulunabilir, ancak  özellikle “insan” ve "insana dair" düşünce ve kavramlara katkısı çok büyüktür.

Yirminci yüzyılda 3A olarak ifade ettiğimiz  “Asepsi-Antisepsi-Anestezi”nin devreye girmesiyle yani  antibiyotiklerin gelişmesi ve kullanılması, kan ve kan ürünlerinin tedavide yaygınlaşması, cerrahi uygulamaların  teknoloji ile birlikte  gelişmesi tıbbın seyrini değiştirmiştir. Bu gelişmelerin yanı sıra  oftalmoskop, laringoskop, sistoskop, gastroskop  gibi doğrudan görüntüleme cihazlarının yanı sıra tomografi, manyetik rezonans ve daha ileri indirekt görüntüleme yöntemleri de kullanılmaya başlanmıştır. Sintigraf, sonograf, defibrilatör, pacemaker kullanılması, hemodiyaliz, kobalt tedavisi, radyoterapi uygulanması, suni solunum cihazları ve yoğun bakım sistemlerinin devreye girmesi, koroner bypass cerrahisi,  organ ve doku nakillerinin gerçekleşmesi yüzyılın son yarısında  ortaya çıkan tıbbi   ve teknolojik gelişmelerden ilk planda aklımıza gelenlerdir. Bu gelişmeler  hızlanarak sağlık hizmetlerini  bir endüstriye dönüştürdü.  Bu yüzyılın ikinci yarısında  ortaya çıkan “digital tıp” ve “genetik tıp” kavramları ile  hekimlik sanatının varlığı sorgulanır oldu.


XIX. yüzyılla birlikte tıp ve hekimlik felsefeden uzaklaşmaya başlamıştır. Tıbbın toplumdaki “yüksek statüsünü” sağlayan “ insancıllık ve vicdan faktörü”  yerini teknolojik gelişmeler ve laboratuarlarda yapılan daha bilimsel araştırmalara bağlanan “teknik gelişmeleri takip etme  ve bunları kullanma faktörüne”  bırakmıştır, böylece hekimlik şekil değiştirmiştir. Hastalıkların nedenlerini ortaya çıkarmak için yapılan tüm bilimsel çalışmalar, deneyler, laboratuvar araştırmaları o kadar hızlı ve göz alıcı sonuçlar ortaya çıkarmıştır ki, tıbbın gözü kamaşmış, felsefe başta olmak üzere sosyal ve beşeri bilimlerle olan bağlarını görmez olmuştur. Bütünü görmesi gereken hekim, çağın baskısıyla kendisindeki  bilimin idealini felsefenin idealinden ayırmak  zorunda hissetmiş, sonunda tıbbın odağındaki  insanı, "etiyle-kemiğiyle-ruhuyla " bir bütün olarak görmemeye başlamıştır. Tıp insandan uzaklaşmış, makine ve teknolojik gelişmelere yaklaşmıştır.

Çağdaş filozoflardan   Bertrand  Russel (1872-1970)  bu gelişmeyi “bilim bildiğimiz şeyler, felsefe de bilmediğimiz şeylerdir, bu nedenle de, insan bilgisi ilerledikçe, sorunlar felsefe alanından bilim alanına geçer”  sözleriyle ifade etmekte ve uyarmaktadır.  “Bilgelikle birleşmeyen kudret tehlikelidir ve çağımız için gerekli olan şey de bilgiden çok bilgeliktir”.  İshak İbn Huneyn, "Tabiplerin ve Filozofların Tarihi " adlı yapıtında filozofların aynı zamanda tabip, tabip olanların da aynı zamanda filozof olduğunu ifade etmektedir.

Tıp ve Felsefe” isimli kitabında Güntöre şöyle demektedir: “Felsefe tarihine şöylesine bir bakış attığımızda bütün bilimlerin başlangıcı olan felsefenin bir süre sonra pozitif bilimlerin uzmanlaşması ve kendi içlerinde yetkinleşmelerini takiben bazılarınca değerden düşmüş gözüyle bakılarak bir kenara itilmiş,  boş konuşma ya da spekülasyon değerlendirilmelerine maruz kalmıştır, ancak hangi alana elimizi uzatırsak uzatalım felsefe ile karşılaşmamız kaçınılmaz olmaktadır.  Bilim dünyasından  sıradan bir insan, bir gün bir yerde felsefe ile karşılaşır, ister bilinçli ister bilinçsiz. Çünkü felsefe teknik anlamının dışında en insana özgü olanıdır ve insanın içindeki gizil gücüdür.  Felsefeyi bir takım güzel sözler manzumesi olarak düşünmek, bir takım ideolojilerin yatağı olarak görmek, inançsızlığın kalesi diye bağnazca yaklaşmak metafizik gerçeklerin alanı diye görmek ya da düşüncelerin ya da düşünürlerin savaş alanı diye değerlendirmek  felsefenin ne olduğunu daha da kötüsü ne olmadığını bilmemek demektir. Hele hele bilim ile iç içe yaşayıp da felsefeye hiç sokulmamak bilim yaptığını sananların da bir açmazıdır aslında”.

Macit Gökberk ise  diyor ki;  “Felsefe, insana düşünmeyi öğreten ve araştırmayı öngören, geçmişte olduğu gibi,  bulunulan anda ve gelecekte, insanların bilgi susuzluğuna çare olmayı amaçlar. Felsefeyi verilen cevaplar değil sorulan sorular değerli kılar, bu sorular insanın önünü açan sorulardır.  Tıp bilimi bir yanıyla sosyal bilim bir yanıyla da pozitif bilim olduğundan, doğa bilimi tanımı tıp için uygun düşmektedir. Hekimlik bir sanattır , “bilgi ve beceriler bütününden oluşan” bir sanat. Tıp ise çağın gerçekleri doğrultusunda uygulanan bir bilim ve sanattır. Bilim de sanat da insan beyninin ürünleridir. Doğada insan olduğu için  bilim ve sanat vardır. Felsefe ile sistematik düşünmeye başlayan insanın biraz sorgulayıp, neden ve niçinlere başvurması ile tıp ve felsefe buluşmuştur. Tıp,  insanın bedeni ıstıraplarının ve bunları iyileştirme araçlarının bilgisidir,  felsefe ise dogmatizm deliliğinden acı çekenlerin ruhlarını iyileştiren bir bilimdir,  felsefe amacına her zaman,  tıp ise çoğu zaman varır”.

Fransız Devrimi, aydınlanma hareketi, endüstri ve sanayi devrimleri, yeni bilimsel gelişmeler ve buluşlar gibi birçok yeni kavram ve anlayışlar insanlık için çok olumlu olsalar da tıbbın felsefeden kopuşunu engellememiş, tersine hızlandırmışlardır. Aslında  din ile bilim net sınırlarla birbirlerinden ayrılmış, felsefe teolojinin egemenliğinden kurtulmuştur. Buna rağmen  insan düşünme sistematiğini felsefe disiplini içinde değil, pragmatik-faydacı ve sonuç odaklı bir sistematik ile değiştirmiştir. Hekim-filozof devri doğal olarak bitmiş ancak hekimlerle filozoflar arasında soğuk rüzgarlar doğal olmayan bir şekilde esmiştir hatta güvensizlik dönemi başlamıştır. Bu gelişmelerden Hegel İdealizmi’nin “felsefeyi” temsil etmesi, buna karşın Comte Pozitivizmi’nin “bilimi” dolayısıyla “tıbbı” temsil ediyor olması sorumludur.  Karl Marx’ın  “diyalektik materyalizm felsefesi” felsefede önemli bir kavram olan "tarih" ve  “diyalektik” kavramını yanına almış,  böylece  idealizm ile materyalizm arasında uzlaşmaz bir tablo ortaya çıkmıştır. Bu olağan üstü gelişmelerde “tıp ve bilim”  materyalist cephede konuşlanırken “din ve kısmen felsefe” doğal olarak idealist cephede yer almıştır. Artık tıp felsefeye ihtiyaç duymamaktadır ve insanı sadece bilimsel araştırmalar, istatistikler ve rakamlarla değerlendirmektedir. Felsefe bu kavramlardan uzak olduğu için küçümsenmeye, yardımcı rolü üstlenmeye zorlanmıştır. Bilimin sadece araştırmalarda ve  laboratuvarlarda üretilebileceği kabul edildiğinden felsefe bilimden uzaklaşmıştır. 

Gerçekte bilimle din aynı alanda hüküm süremezler. Çünkü bilim öğrenir, din ise öğretir. Bilimde kuşkulanma ve sorgulama itici güç olurken dinde sorgulamaya izin verilmez, koşulsuz inanç aranır. Bilim dünyayı anlamaya çalışır, din ve felsefe ise insan yaşamına bir anlam vermeye. Bütün bu uzlaşmaz gibi görünen karşıtlıklara rağmen bilim ve din birbirlerine özellikle tıpta ve hekimlikte kayıtsız kalamazlar. Kendi alanlarında sınırlarını zorlamadan birbirlerine destek olmalıdırlar.  Bilim kavramlarını sorgulamayan, eleştirmeyen, tıp adına yapılanları doğrudan ret eden  bir felsefe anlayışının  tıbba büyük zarar verdiği kanısındayım.  Darwin’in  “Evrim Kuramı”na inanmak, meditasyonun veya dua etmenin iyileştirici gücüne inanmayı hemen ret etmeyi gerektirmez ki !  Aynı şekilde  inanç  ile bağışıklık sisteminin pozitif etkilenerek stresin ve kanserin üstesinden gelinebileceğini kabul etmek, yaratılış teorisine sıkı sıkıya sarılıp  insanın temel yapı taşlarından olan protein DNA’sının laboratuar koşullarında yaratıldığını görmezden gelmeyi, fosillerdeki evrimsel gelişmeleri  kabul etmemeyi  haklı kılmaz.  

Tıp siyah-beyaz bir bilim değildir, onda sanatın gri tonları, hatta gök kuşağının yedi rengi vardır. Tıp bilimi boş inanç ve hurafeleri, akıl dışı dinsel dogmaları kabul etmez. Ama insanı maddeye indirgemeyi de kabul etmez. Hekimlik sanatı gök kuşağındaki renkleri en iyi kullananın ellerinde “iyi hekimlik” adını alır.

Günümüzde tıp olması gerektiğinin tam aksi yönde seyretmekte, felsefenin diline, klasik tezlerine ve bilimsel araştırma yöntemlerine uzak durmakta, adeta yabancılaşmaktadır. Halbuki tıp, başta felsefe olmak üzere sosyal disiplinleri çağdaş ve meraklı bakışlarla izlemelidir. Tıp tarihine bakacak olursak tıp ile felsefe asırlar boyunca iç içe hatta bütünleşerek temel sorulara ve sorunlara birlikte cevap aramışlardır. Geçmiş ile günümüz arasında var olan bu temel ayrılık, bilginin ve daha açık bir ifadeyle insan düşüncesinin gelişmesine, her iki disiplinin  vermiş olduğu farklı reflekslerden kaynaklanmaktadır. İnsanın içgüdüsel davranışlarının yerini yükselen bir seyirle düşünsel davranışlarının almasına  paralel olarak,  bilginin olağanüstü çoğalmasına tıp ve felsefe bilimleri farklı tepkiler vermiştir.

Genetik ve moleküler biyolojideki gelişmeler sosyal açıdan tıpta farklı bir bakış açısının ve bağlı olarak  farklı akımların oluşmasını sağlarken, meslekî olarak da tıpta farklı etkileşimlere yol açmıştır. Savaşların tıbba katkısı maalesef olağan üstü olmuştur, İkinci Dünya Savaşı ve Vietnam savaşı sonrasında tıp biliminde büyük atılımlar gerçekleştirilmiştir. İnsan canı pahasına elde edilen deneyim ve kazanımlar daha sonraki yıllarda birçok hastanın kurtuluşu olmuştur. Tam bir paradoks… Araştırılması ve sorgulanması gereken insanlık suçu kavramındaki dramatik sözde katkılar “Nürnberg Mahkemeleri” dışında yargılanmamıştır. Yargılanmayan “Dr Mengele”ler dünyanın dört bir yanında mesleklerini icra etmektedirler. Maalesef bu yazdıklarım varsayım  değildir, gerçektir.

Ek Okuma:  
Tıp ve Felsefe   https://argoscelik.blogspot.com.tr/2012/01/tbbn-ve-cerrahinin-felsefesi.html 

Yararlanılan Kaynaklar

CAPLAN, A.L.:  Does the philosophy of medicine exist? Theoretical Medicine, 1992, 13:67-77.
ÇELİK Faik : Hekimliğin Seyir Defteri, Deomed Yayınları. 2013, İstanbul
ÇELİK Faik : Tıbbın Ölümcül Hastalığı: Mekanikleşme, Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi,  Sayı 14, 2010   http://www.sdplatform.com/Dergi/387/Tibbin-olumcul-hastaligi-Mekaniklesme.aspx   (görüntüleme tarihi 16.04.2015)
ÇELİK Faik : Tıbbın ve Cerrahinin Felsefesi. Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, sayı 21, s: 94-97   http://www.sdplatform.com/Dergi/577/Tibbin-ve-cerrahinin-felsefesi.aspx (görüntüleme tarihi 16.04.2015)
EREN, Nevzat.  Çağlar boyunca toplum, sağlık ve insan. Ankara: Somgür Ltd. Şti., 1996;
GÖKBERK, Macit : Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 2008, İstanbul
GÜNTÖRE, Sibel Öztürk : Tıp ve Felsefe,  http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=262 (görüntüleme tarihi 01.10.2011)
MARCUM, James A.: Philosophy of Medicine, IEP, January 2012  http://www.iep.utm.edu/medicine/ (görüntüleme tarihi, 23.03.2013)
RUSSEL, Bertrand:  Din ile Bilim, YKY, 2008, İstanbul


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder