Moskova’da Nazım Hikmet’in mezarının bulunduğu Novodeviçi Sanatkârlar Mezarlığı'ndaki bir cerrahın mezarının resmi. Eller arasında bir yürek….
Kırılmasıyla, teklemesiyle, çalınmasıyla, çarpmasıyla, atmasıyla, kanamasıyla, kriziyle, ağrısı ve sızısıyla kalbimiz. Ne biliyoruz "o"nun hakkında ? "O"nu ameliyatta atarken gördüğümde çok heyecanlandığımı dün gibi hatırlıyorum, asistandım, anestezi altında uyuyan hastada adeta cerraha kafa tutan tek organ "O"ydu, diğerleri, karaciğer, mide ve barsaklar, masum bir şekilde dururken, "O", “ben buradayım işte, gelsene” dercesine meydan okuyordu. Uzmanlığımın ilk yıllarında ise bıçaklanma nedeniyle gelen bir gencin acil ameliyatında kalbi elime aldım, aman yarabbim ! o ne muhteşem bir duygu… (Bu arada yaralı genç kurtuldu, gazeteciler röportaj için geldiklerinde, gencin neden bıçaklandığını sorgulayıp buradan bir aşk öyküsü çıkarmanın peşinde koştuklarını gördüğümde, çok riskli bu ameliyatı başaran benimle kimsenin ilgilenmemesine şaşmış kalmıştım, büyüklerim bana bu mesleğin nankör olduğunu söylüyorlardı, ne kadar haklılarmış…).
Normal bir yetişkinde kalp günlük olarak 100 bin, yılda 40 milyon defa atar. Ortalama bir ömür boyunca yaklaşık 2 milyardan daha fazla atım demektir bu. Anne karnında 3 haftalıkken atmaya başlayan bu mükemmel pompanın dolma ve boşalmasından ibaret olan bir atım, bir saniyeden daha kısa bir sürede gerçekleşir. Dakikada 60-100 defa atmaktadır kalbimiz, ortalama 72 atım yaptığı kabul edilir, 180‘e kadar çıkabilir. Kalbin dakikada 0,5 lt kan pompaladığı bilinmektedir, dinlenme halindeki bir kişide dakikada yalnızca 4-6 lt kan pompalar. Uykuda bile yetişkin bir insanın kalbi, saatte yaklaşık 340 lt kan pompalamaktadır. Günde 10 ton kadar kanı damarlarımıza pompalıyor demektir bu muhteşem organ. Koşarken kan pompalama miktarını saatte 2300 litreye çıkarabilir. Kalp, kendisini besleyen özel bir sisteme sahiptir. Bu sistemin adı "koroner damarlar"dır. Koroner atardamarlar, akciğerden gelen en temiz ve en bol oksijenli kanı taşıyan aort atardamarından ayrılmış iki ayrı daldır. Bu damarlar yalnızca kalbi beslerler.
Kalp sadece yukarıdaki tıbbi bilgilerle tanımlanabilir mi? Her kültürde ve her çağda, ya sanatta ya dinde ya da aşkta yer almıştır. Mısır uygarlığına ait Ebers Papirüsleri’nde 855. paragrafta kalp hastalıklarının tanımını görmekteyiz. Aslında Mısır ve Grek Uygarlıkları’nda kalp, yaşamın merkezi ve ruhun barındığı yer olarak kabul edilmekteydi. Antik Mısır’da Ölüler Kitabı’nda bir çizimde (tılsım 125), ölen kişinin ölüm tanrısı Osiris tarafından hayatında yaptıkları ile ilgili yargılanması ilginçtir. Ölen kişinin kalbi ile iyilik oranı tartılır. Kalp tanrıça İsis'in taşıdığı doğruluk tüyü ile karşılaştırılır. Tüy ağır gelir ise bu kişinin kötülüklerinin daha ağır geldiğine delalettir ve o kişi Amid adı verilen çakal başlı canlı tarafından yenilir. Eğer tüy hafif gelir ise bu da kişinin iyiliklerinin daha ağır geldiğine delalettir ve kişi cennete gider. (resim 1)
resim 1
Aztekler’de hayatın kaynağı kabul edilen güneşe, beslenmesi için yüksek piramitler üstünde kalp sunma törenleri yapılırdı, rahipler tarafından kurban seçilen insanın göğüs kafesi bıçakla kesilir, kalp çıkarılır ve güneşe doğru kaldırılarak adak olarak sunulurdu, bu arada akan yaklaşık üç litre kan ile güneşin susuzluğunun giderilmiş olduğuna inanılırdı. (resim 2)
resim 2
“Kalp güneştir, güneş nasıl kendisi ve yeryüzünün üzerinde etki ediyorsa, kalp de aynı şekilde kendisinin ve bedenin üzerinde etki eder” (Paracelsus -XIII. yy’da yaşamış bilim adamı).
“Kalp hükümdarlığın merkezinde bulunan bir kral gibi, oynadığı role uygun olarak tam göğsün ortasında yer alır . (Henri de Mondeville- XIV. yy’da yaşamış cerrah).
Kalp aşkın sembolüdür. Dünyanın her yerinde ders sıralarının, bankların, ağaçların
üstüne, duvarlara milyonlarca kalp işareti çizilmiştir, hepsinin içinden bir ok
geçer ve bazen açık isim bazen harflerle duygular çizgiye düşer. Edebiyatta
da en çok kullanılan sembollerden birisidir kalp, özellikle aşk sembolü olarak
kullanılır. Bu Hüseyin Rahmi Gürpınar, iki bölümden oluşan “Billur Kalp” romanında, Muhlis ve
Sema'nın trajik bir biçimde ayrılıkla biten aşklarını anlatır. Anais Nin, “Dört Odalı Kalp adlı romanında aşkın
kimliğini yitirip bambaşka bir ilişki ve duygu durumuna dönüşmesinin şiirsel
bir haritasını çizerek "fedakârlık" kavramını bütün yönleriyle
sorgulamakta.
Kalp çok farklı ve zıt imgelerde kullanılmaktadır. İnsan “yumuşak kalpli” de olabilir, “taş kalpli” de. “Mangal gibi yüreğiniz" olduğu gibi “yüreksiz” de olabilirsiniz. “Kalpsiz” olanlarla “yufka yürekli” olanlar birliktedir bu dünyada. Heyecanlanınca “yüreğiniz ağzınıza” gelebilir. "Kalp sızısı” başka sızılara, “kalp yarası” başka yaralara benzemez. “Kalbinizi kaptırabilir” ya da başkasının “kalbini çalabilirsiniz”, “kalbinizin sesine kulak verin” ki , “ kalbiniz kuş gibi çırpınmasın”.
Erzurumlu Emrah diyor ki;
“El çek tabip el çek yaram üstünden,
Sen benim derdime deva bilmezsin
Sen nasıl tabipsin yoktur ilacın
Yaram yürektedir sarabilmezsin”
....ve Murathan Mungan’a kulak verelim;
“olmasa mektubun
yazdıkların olmasa
kim inanırdı
senle ayrıldığımıza
sanma unutulur
kalp ağrısı zamanla
her şeyi unutarak
yaşanır sanma”
Yazımızı Nazım Hikmet’ten bir şiirle noktalayalım.
Angina Pektoris
Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin’dedir, doktor.
Sarı nehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra, her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.
Sonra, bizim burada mahkumlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca’da bir harap konaktadır
her gece,
doktor.
Sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikram edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma:
kalbim…
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden bende bu angina pektoris…
ve iman tahtamın üstündeki korkunç baskıya rağmen
kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder