Hachiko... Her hayvanseverin kült filmlerinden
birisidir “Hachiko. A Dog’s Tale”. 1924 yılında, Tokyo Üniversitesi'nde görev yapan
Japon Profesör H. Ueno, evine dönerken
istasyonda Akita cinsi bir köpeğe rastlıyor. Her sabah üniversiteye gitmek
üzere istasyona yürüyen sahibine Hachiko da eşlik ediyor, sahibini
uğurladıktan sonra evine dönen Hachiko bir şekilde sahibinin dönüş saatini de belleyip
her akşam onu istasyon çıkış kapısının karşısında bekliyor. Ancak bir akşam
Hachiko saatlerce beklemesine rağmen sahibinin geri dönmediğini görüyor. Çünkü
Profesör üniversitede kalp krizi geçirerek ölmüştür. Tam 10 sene boyunca hep aynı yerde sahibinin
dönmesini bekliyor. Her koşulda yaz-kış sahibini bekleyen Hachiko 11 yaşında,
yine sahibinin dönüşünü beklediği noktada ölüyor (8 mart 1935). Ölümünün
ardından Japonya'da, Shibuya metro istasyonunun önündeki beklediği noktaya
sadakat ve insan-hayvan ilişkisinin timsali olarak Hachiko’nun heykeli dikiliyor.
Bu kısa gerçek öyküyü anlatmamın nedeni her köpeğin bir şekilde “Hachiko”
olduğuna inanmamdır. Sadakat ve bağlılığın sevgiyle birleşerek
köpekleri nasıl özel kıldığına inanmamdır.
Can dostum, sırdaşım,
arkadaşım, yoldaşım Argos Çelik. 10
Temmuz 2000 doğumlu, Belçika orijinli, annesi Michelle, babası Arthur. Golden
Retriever cinsi bir köpek. Büyük oğlum Aydın’ın ısrarı ile aldığımızda 3 aylık
bir yavruydu. Onun evimize gelişiyle kütüphanemize de köpeklerle özellikle
Golden Retriever ile ilgili birçok kitap birlikte geldi. İlk altı ay bir
kabustu. Çiş ve kaka eğitimini tamamlayana kadar evdeki tüm halılar Argos’tan
nasibini aldı. İlk hafta sonunda çıldırma raddesine gelen annemize hak
verdiğimiz için onu çiftliğe geri gönderdik, ancak bir hafta sonra yeniden
aldık, çünkü giderken bize bakışını bir hafta boyunca unutamadık. Zaten çiftlik
sahibi bize hiçbir annenin o bakışlara dayanamayacağını, annelik içgüdüsünün
ağır basacağını ve tekrar gelip küçük yavruyu geri alacağımızı söylemişti de
biz inanmamıştık. Halbuki tecrübe ile sabitmiş bu öngörü.
İlk
heyecanla sabah-akşam ihtiyaç için oğlum çıkarıyordu Argos’u dışarı, daha sonra
zaman geçtikçe okul bahane oldu, sonra da başka bahaneler ve her evde olduğu gibi yavru köpek bakımı
anne ve babaya kaldı, daha doğrusu bana!.. İtiraf edeyim çok zorlanıyordum,
özellikle kış sabahları; akşam neyse de sabah erken kalkmak ile işe
yetişmek kaygısı birleşince çocukcağız çişini ve kakasını bir an evvel yapsın
diye nasıl acele ediyor ve garibi çekiştiriyordum öyle... Şimdi aklıma geldiğinde öyle kızıyorum ki
kendime.
Argos’un
cinsi itibariyle akıllı sınıfında olduğunu kitaplar yazıyor, yazıyor da bunu bize
göstermesi biraz farklı oldu. Salonda sehpa üstünde geniş bir kase içinde
çikolata, gofret falan bulundururduk, çocuklar gelip gidip atıştırsın diye.
Yalnız bıraktığımız bir zamanda böyle bir ikramı kaçırır mı, dalmış ganimetlere,
dalacak tabii, ancak her cinsten birer tane yemiş, aynı cinsten yediği ikinci
bir ürün yok. Snicker, Bounty, Milkyway, Dido, Nestle ….sıra sıra.
Köpeklerin duygularını ifade ederken
kullandıkları organların kulak, kuyruk ve ağız olduğunu biliyoruz. Kuyruğu
duygularını hemen ele veriyor. Kızgın veya küs olduğunda bile kuyruğu minik
minik uç kısmından oynar, biz kızmış isek yine o kuyruk hareketiyle bizi test
eder. Kulaklar her türlü yemekle ilişkili kelimeyle dimdik olur. “Ekmek-büsküvi-mama”
en aşina olduğu kelimelerdir. Gezmek de ilgi alanındadır kulakları için; “dışarı, sokak, çıkalım mı” kelimelerine
dikkat kesilir. Bir de numaraları var Argos Çelik’in. Hıçkırık numarası; ne de
güzel hıçkırıyor ilgi çekmek için, ama bir parça ekmeğe hemencecik geçiveriyor
hıçkırığı. Veya bacağını ateşli hastalık varmış gibi titretmesi de basit bir
“hamma” sözcüğüyle geçiverir hemen. Kızınca kurbağa gibi yere yapışıp yatması, üstelik poposunu da bize dönmesi ve derin bir "uffff" çekmesi geleneksel hareketlerinden zaten. İlgisiz
kalırsa en geç 15 dakika sonra gelir, ya patisini verir ya da başını dizinize
koyar, tabii ağzının tüm yapışıklığını üstünüze bırakarak… Kıskançlığı tam bir
doğu erkeği niteliğinde, bırakın karı-koca birbirimize sarılmamızı, oğullarımı sarıp öpmeme
bile tepkisi var, genelde havlayarak, bazen de abartıp temel içgüdüyle (!)
bacağıma yapışarak.
Duygularınızı gerçekten anlıyor bu
yaratıklar. Eve gergin geldiğim zaman
hissedip dizimin dibinde sakince yatması, neşeli olduğumda ise
oyuncağını kapıp getirmesi veya ödül mamalarının olduğu yere koşarak beni de
oraya davet etmesini hemen sayabilirim. Hasta olduğumda (iki kez ameliyat nedeniyle
uzun süreli yataktaydım) başımdan ayrılmaması, çok sevdiği dışarıya bile
isteksiz çıkışı, kurulu saat gibi hiç sektirmediği mama vaktini bile
hatırlatmaması ilk aklıma gelen davranışları. Çok üzüntülü olduğumda onunla
konuştuğumda beni sanki anlıyormuş gibi dinlemesinden, özellikle kaşlarını
oynatarak konuşmalarımı takip ettiğini göstermesinden cesaret alarak Argos’la çooook
dertleştim... Ben konuştum, o dinledi, o dinledikçe ben konuştum. Bazen sessizliğimin sesi oldu, bazen de sesimi maskeledi. Ne muhteşem bir
yaratık bu böyle!
Şimdi oniki yaşını geçti; artık
gözleri pek iyi görmüyor, koku ve duyma hissinde azalma var. Koltuk üzerine uçarak
sıçrayamıyor, hareketleri yavaş, uykusu uzun ve derin . Ama kahverengi
gözlerindeki anlamlı, insan sevgisi dolu bakışlar aynen duruyor. Kaşları
ve bıyıkları beyazladı ama kuyruk yine duygularını saklayamıyor. Evde yalnız
kalmasın diye çok programımı iptal etmiştim, keşke diyorum eve gelmediğim
zamanları daha da azaltsaydım. Enerji
kaynağım, antidepresanım Argos Çelik,
ailenin altıncı üyesi, benim dördüncü oğlum, güzel yaratık, uzun ömürler
diliyorum sana.
Babasinin kuzusu Argos'u daha guzel anlatamazdin aslan babam..
YanıtlaSil