Shakespeare, “diş ağrısına katlanan,
katlanabilen filozof gelmedi hiç ” diyor. Vallahi doğru.
Filozof hayatı,
var olmayı sorgulayan insandır, ama sanırım diş ağrısı çeken filozof yokluğu
daha ivedilikle sorgular. “Var mıyım, yok
muyum, yok olmalı mıyım ???”
Öğrenciyken
ağrı çeşitlerini anlatırken hocalarımız “kesici ağrı,
delici ağrı, ezici ağrı, künt ağrı, zonklayıcı ağrı, yanıcı ağrı…” gibi isimlerle tanımlarlardı ağrıyı, örnekler
vererek. Hiçbir hocamız da “matkap
oyması gibi bir ağrı”dan söz etmedi. Diş ağrısı işte böyle bir ağrı. Hem de “darbeli matkap ağrısı”. Bir
haftadır çekiyorum diş ağrısını, en tekâmül etmiş şekilde. O minnacık diş var
ya, o masum beyaz organ, koskoca bedenimi esir aldı benim. Ne yediğimden
anlıyorum ne içtiğimden, gerçi yeme içmeden kesildim ya… Uyku dersen, ne gezer,
gece kuşu oldum, dolanıp duruyorum evin içinde.
Sadece
dişimin olduğu yer ağrısa iyi, onun sağındaki, solundaki, onların da
yanındakiler, elmacık kemiğim, şakak kemiğim, kulağım, gözüm, beynim, beynimin
hücreleri… Tanrım neden böyle yapıyorsun? Ceza vermek istiyorsan başka
organları seç, ihtimal hesabı yapayım, böbrek misal, iki tane, kulak da öyle,
sen seçtin 32 kısım tekmili birden olanını…. Ağzıma silahı sokup dişimi vurmamı
bekliyorsan, yok vallahi o kadar cesur değilim. Cehennemin ön provasını
yaptırmak istiyorsan, test etmen gerekmez, paşa paşa giderim ben.
Evet
dostlar bir halk türküsü var bilirsiniz, “üç derdim var birbirinden seçilmez , bir
ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” diye, bu yoksulluk
orada ucuz kaçıyor, onun yerine “diş ağrısını” koyalım. “Bir ayrılık, bir diş ağrısı, bir
ölüm” diye. Hakikaten insanın canı dişinde atıyor, anlatılmaz bir ağrı,
ancak yaşanılınca anlaşılır. Canımı burnumdan çıkaran bir ağrı, yaşama
sevincimi solduran, çaresizlik girdabına çeken, kendimden başka etrafımdakilere
de çektiren bir işkence bu. İnanın ağrım geçsin diye işkenceyi bile düşündüm, Filistin
askısını, vücuda verilen elektriği, Sansaryan Hanı’nı, Sirkeci’deki eski “1. Şube”yi.
Hani derler ya, daha şiddetli bir ağrı, mevcut olan ağrıyı unutturur diye, sırf bu nedenle
düşündüm işkenceyi, işkence çeşitlerini.
Dilimle
ittiriyorum ağrıyan dişimi, azıcık hafiflese büyük bir mutluluk duyuyorum, ama
dişim kararlı benden intikam almaya. Ağrıyor da ağrıyor, sadece ağrımıyor,
canımı çıkarıyor üstelik….Sezen Aksu’nun şarkısı ne de güzel gidiyor şimdi, “ söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp…” . “Meğer benim ne güzel bir hayatım varmış, kıymetini bilememişim”
gibi pişmanlık duyguları da hafifletmiyor ağrımı. Düşmanım var mı bilmiyorum, ama diş ağrısını beddua niyetine “düşmanımın
başına” asla demeyeceğim, söz, bu kadar kötü olamam çünkü.
Bir
de diş ağrısının gecenin bir yarısında gelmesi ne oluyor ki ? O saatlerin
insanın kendini en çok dinlediği zaman olması ile açıklanabilir belki bu durum,
ama bir diş hekimi arkadaşım gece saatlerinde hormonal değişiklikler nedeniyle dokulara
dolayısıyla dişin içine ve köküne daha çok sıvı girdiğini, ödemin arttığını, bunun
ise diş sinirleri üzerinde basınç oluşturarak ağrıyı meydana getirdiğini açıkladı. Ama aynı
arkadaşım, diş hekiminin kapısına geldiğimizde dişimizin neden
ağrımadığını açıklayamadı !
Ağrısız,
ama illa ki diş ağrısız bir yaşam dileklerimle.
Ağrı
ile ilgili bir yazımın linkini tekrar paylaşmak istiyorum.
Edebiyatta "Ağrı ve Sızı" Kavramları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder