Sayfalar

17 Eki 2011

Edebiyatta "Ağrı ve Sızı" Kavramları


 
Ağrı, edebiyatta, bedendeki  fiziksel  acılar için somut anlamda kullanıldığı gibi, aşk ızdırabı ve ruhsal sıkıntı gibi soyut kavramlar için de kullanılır. Baş ağrısı ve diş ağrısı somut, kalp ağrısı soyut ağrılara örnektir. Ağrı Türkçe bir kelimedir. XI. yy  ait Divan ü Lügat-it Türk adlı sözlükte “ağrığ” ve “ağrığmak” olarak yer almaktadır.
Hekimliği bir sanat olarak tanımlayan MÖ V.  yy da yaşamış tıbbın babası kabul edilen Hipokrat, “ağrıyı dindirmek ilahi bir sanattır”  (divinum est opus sedare dolorum) diyerek hekimliğe kutsallık atfetmiştir.  İbni sina,  ağrıyı “bedene zararlı olanı hissetmektir” şeklinde tanımlar.
İnsan yaşamı boyunca ağrı ile sayısız defalar karşılaşır, doğururken, ölürken, hastalıkta, savaşta yaralıyken, barışta kaza geçirdiğinde ağrı insanı gölge gibi  izler. Anadolu’da yaygın bir söylem olan “azıcık aşım, ağrısız başım olsun” deyişi, sağlığın varlıklı olmanın önünde olduğunu vurgular. Başka bir anonim deyiş  ecel geldi cihane, baş ağrısı bahanedir. Bir diğer anlamlı söz de ağrıyı çeken bilir anlamında “en kolay katlanılan ağrı, başkasının çektiği ağrıdır”.
Shakespeare, “diş ağrısına katlanan, katlanabilen filozof gelmedi hiç” diyor. John Keats'e göre; "zevk zaman zaman gelen bir ziyaretçidir;  ama ağrı gaddarca bize sarılır kalır."
Edebiyatta bedensel ağrılar, somut anlamda çok fazla yer almazken, aşktan kaynaklanan ızdırap ve ruhsal durumdan oluşan acılar, soyut ağrı kavramıyla hem Türk hem de Batı Edebiyatı’nda genişce yer alır. Çünkü ağrı daha çok fizikseldir, acı ise ruhsal.
Çokca olan soyut ağrılara örnek olarak Halk Edebiyatı’ndan Erzurumlu Emrah’ın
El çek tabip el çek yaram üstünden,
  Sen benim derdime deva bilmezsin
  Sen nasıl tabipsin yoktur ilacın
  Yaram yürektedir sarabilmezsin”

dizelerini verebiliriz. Keza Divan Edebiyatı’ndan Fuzuli’nin  Aşk derdiyle hoşem,el çek ilacımdan tabip dizesi ile  19. yy şairi Şeref Hanım’ın dizeleri de verilebilecek örneklerdendir.
Bir başağrısı olurmuş gelicek vakti ,sebep,
  Çare ne olsa da Lokman ü Felatun mevcut

(ölüm vakti gelince, bir baş ağrısı bile ölüme neden olur, Lokman Hekim ve Platon gelse de engel olamazlar)

Çağdaş Edebiyat’tan ise Gülten Akın’ın aşağıdaki dizelerini verebiliriz :
Ağlama kız,deme incinirim yar yar,
  Ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın,
  Körüm,çelimsizim,göğnüğüm,hastayım,
  Sebep olanları nerede bulayım.”


Daha nadir olan somut ağrılara örnek olarak , Halk Edebiyatı’nda Kul Hüseyin’in dizeleri  akla gelir:
“Yetmişinde ağrı iner dizine,
  Yetmişbeşinde duman çöker gözüne
  Sekseninde kimse bakmaz yüzüne,
  Baykuşlar oturmuş virana benzer”

Orhan Veli’nin “Kitab-i Seng-i Mezar” adlı şiirindeki Süleyman Efendi’nin nasırından çektiği ağrıyı hepimiz tebessümle hatırlarız. Aynı şairin gülümseterek düşündüren dizeleri ise :
Yollar ne kadar güzel olsa
  Gece ne kadar serin olsa
  Beden yorulur
  Baş ağrısı yorulmaz”

Mide kanseri olan Üsküdarlı Talat şiirlerinde ve kemik veremi olan Peyami Safa, ”9.Hariciye Koğuşu” adlı eserinde fiziksel ağrıları anlatmışlardır.
Şiir formatından  çok bestelenen şarkısıyla tanınan, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Zindanı Taştan Oyarlar” adlı şiirinde ağrı-sızı-acı içiçedir.

sılanın ufak tefek yolları
ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
tepeden tırnağa şiir gülleri
yiğitim aslanım aman burda yatıyor
........................
bugün burdaysa şiirin yarın çin'dedir
acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla
bir  yanı nur içinde tertemiz
bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir

Yukarıdaki satırlar gibi  notalara bürünen iki şiir daha vardır,ağrı kavramını içeren:

beni  en güzel günümde
  sebepsiz bir keder alır
  bütün ömrümün beynimde acı bir tortusu kalır
  ne kışı ne yazı isterim
  ne bir dost yüzü isterim
  hafif bir sızı isterim
  ağrılar, acılar gelir”

  (Sabahattin Ali)
 
Ve,

“olmasa mektubun
 yazdıkların olmasa
 kim inanırdı
 senle ayrıldığımıza
 sanma unutulur
 kalp ağrısı zamanla
 her şeyi unutarak
 yaşanır sanma”

 (Murathan Mungan)

Murathan Mungan  dizelerinde ağrıyı manevi anlamda kullanır, Sabahattin Ali ise sızıyı ağrı ve sancılarına yeğler, ancak ansızın gelen ağrılarından yakınır.

Behçet Necatigil, “uzaklık” adlı şiirinde hem soyut, hem de somut anlamda ağrıyı kullanmaktadır.
Biliriz bir beden ağrısı
 İlacı var
 Yeri orası
 Azalır, çoğalır arasıra
 Bir sancıya ruhta
 İlacı yok
 Yersiz, zamansız
 Alışmak
 Yaklaşmak  olanaksız
 Haset bir ceset gibi aranızda
 Bir tabutta
 Sırtüstü yatacaksınız
 Silecek bir silgi olsa
 Unuturduk  acı anıları,
 Koyulaşan çizgiler
 Ne yapmalı ?”

İki büyük ozandan iki örnekle yazımızın bu bölümünü noktalayalım.
Hastaysam hastalığım benim
 Size ne benim hastalığımdan ?
 Başım ağrıyor zindan gibi
 Çok sigara içerim”

(Cahit Külebi – Kendimce)

“Hastalar
  Kardeşlerim
  İyileşeceksiniz
  Ağrılar, sızılar dinecek
  Yumuşak
  Ilık
  Bir yaz akşamı inecek
  Ağır yeşil dalların ardından rahatlık”

(Nazım Hikmet – Mesaj)



Nurullah AtaçGünlerin Getirdiği”nde şikayet ettiği ağrısını şöyle anlatır: “ önce evde, sonra hastanede romatizmadan haftalarca yattım. O ağrıları eskiden de çekmiştim ama böyle uzun sürmemiş,  böyle şiddetli olmamıştı. Ölümlü hastalık değildir, ama acısına dayanmak zor; hele uykusuzluğu, insanda takat komuyor. İlk günler aldırış etmeyim,  kendimi dinlemeyim dedim; şikayet etmemeğe, inleyip bağırmamağa çalıştım. Olmadı.     En çok sağ kolum sızlıyordu; onu, yıllardır alışık olduğum gibi, yastığımın altına alarak  yatamadım; ben de insanların çoğu gibi sol elimi kullanmasını bilmem, en küçük işlerimde, cigaramı yakmakta, bir bardak su içmekte zorluk çektim. Ağrı duydukça sinirlendim, sinirlendikçe ağrılarım arttı. Kendimi tutamaz oldum. Doğrusu, inleyip bağırmakta da insanı biraz olsun avutan bir şey var.

Pankreas kanserinden ölen ve ağrıların morfine bile kafa tuttuğu bu hastalığı adım adım yaşayan Bilge Karasu tamamlayamadığı bir yazısında “Acı Çeken Gövde”de   hastalığın bir parçası ya da hastalığın ta kendisi olan ağrılardan sözeder. “”.....ama bir yazarın bir ağrıyı betimlemesi için ne gibi bir sebep düşünebiliriz?  İlkin, kalemini bilemek istediğini düşünelim. Ağrı gibi –şimdilik öyle söyleyelim- “anlatılması güç” bir şeyi anlatabilmeğe çalışmak istiyor diyelim. Güçlük, meydan okumak isteyen her zanaatçı için bir meydan okuma yerine geçer. Güçlüğü yenmeyi başaran, yenmese bile yenmeğe çalışmış olan kişi büyüdüğünü duyar. Ama zanaat, bilgi ister, görgü ister. Ağrı iyi bilinen,  tanınan, çok duyulmuş, çeşitli yönleriyle öğrenilmiş ağrı olmalıdır...   Ağrıyı duyarken yazmağa kalkışmaz kimse. En yürekli yazar bile ağrının dinmesini, hiç değilse yatışmasını bekler yazıyı aklına getirmek için....”

Ağrıya karşı en etkili madde olan morfin, adını Yunan mitolojisindeki rüya tanrısı Morpheus’tan almıştır.  Ama ağrı her zaman bir rüya gibi uyanıldığında bitmiyor ki !!!

2 yorum: