Sayfalar

24 Kas 2011

PİSMANLIK

  
             

      
“En çok pişman olduğum şey, pişman olacağım diye yapamadıklarım ve dokunamadıklarımdır  diyor W. Shakespeare.  Pişmanlık ikiye ayrılabilir; ilki geçmişte verilmiş yanlış bir karardan dolayı daha sonra duyulan  pişmanlık,  diğeri geçmişte yapılabilmesi mümkün olup da yapılamayan şeyler için yaşanan pişmanlık. Pişman olmak, pişmanlık duymak acaba bir ihtiyaç mıdır, yoksa  engellenemeyen bir  negatif  duygulanma mı ?  Zaman zaman pişman olacağımızı bildiğimiz işleri yapmanın veya  pişmanlığımıza yol açacak sözleri söylememizin akılcı bir açıklaması var mıdır ?  Belki de bilinçaltımızı rahatlatmanın kolaycı bir yoludur “pişmanım” demek... Kendimizi  affettirmek, haklı  çıkarmak, hatta süper egomuzu kutsamak olabilir mi “pişman olma” duygusu ?
Bu soruları çoğaltabiliriz, pişman olmaktan çok, pişman olmanın ne sıklıkla olunduğu önemlidir herhalde… Aynı konuda defalarca pişmanlık duymanın  haklı bir gerekçesi olabilir mi ?  Olsa olsa ruhumuzu rahatlatma, bilinçaltımızı stresten kurtarma ihtiyacını karşılamaktır diye düşünüyorum. Pişmanlığın bir alışkanlık haline dönüşmesi,  kişide son derece kötü bir kişilik  tablosu  çıkarır.
İtiraf edelim ki, gerekçesi  ne olursa olsun pişmanlık duymakla  sıkıntılı bir konuda rahatlama sağlanmaktadır, bir nevi günah çıkarmadır pişmanlık. Kimisi de yaşadıklarından değil yaşayamadıklarından pişmanlık duyduklarını  söylerler ve bunun arkasından mutlak bir “keşke...” gelir. Buradaki farklılık insanın rahatlama isteğinden çok özlem duygusunu ifade etme isteğidir. Pişmanlık “keşkeler” içinde boğulmaya doğru  yönelirse mutsuzluk, ardından umutsuzluk ve nihayet depresyon kaçınılmazdır. Hani Anadolu’da “gönül yorgunluğu” denilen depresyon. Yapılanlardan pişmanlık duymak bazen yararlı olabilir,  çünkü  belki kullanılacak hala bir şans vardır. Pişmanlık duymak geçmişle ilgili bir duygu ve düşünceyken, endişe ve korku  geleceğe yönelik yaşanılır, bazen bu iki olumsuz durum  içinde bulunulan zamanda birlikte yaşanır. Sanırım en kötüsü de insanın bir şeye pişman olmasından dolayı pişmanlık duymasıdır.
Mesleki  yaşantımızda “keşkeler”  genelde  olumsuzlukla sonuçlanan tıbbi uygulamalardan  sonra söylenir, bu  durumlarda zaten komplikasyonlar veya malpraktis denen hatalı hekimlik uygulamaları söz konusudur , “keşke o hastaya şöyle deseydim” veya “keşke şu ameliyatı yapsaydım, şu ilacı verseydim” veya “şu tetkiki isteseydim” gibi... Veya tam tersi; “keşke yapmasaydım” gibi...
Hekimlik gerçekten çok zor bir  meslek, bu nedenle “pozitif ayrımcılık” gerektirmektedir. Bu meslektekiler yasalar karşısında daha özenle korunmalı, ekonomik denge ve gereksinimleri daha özenle irdelenmeli ve karşılanmalı, toplumda saygın konumlarını sarsıcı demeç ve yayınlardan özenle kaçınılmalı, “bakan” veya “bakmayan” sorumlu mevkidekiler buna daha da özen göstermelidir. Çünkü bu meslekte insan hayatı söz konusudur. Yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgiyi özellikle cerrahi dallarda çalışan  hekimler çok yakından bilirler, bu çizginin kılıçtan keskin, kıldan ince olduğunu otuz yılı çoktan aşan mesleki yaşantımın sonunda  rahatlıkla söyleyebiliyorum. Bu çizgi üstünde mesleğimizi icra ederken “pişman olmak” duygusu  bizlere aslında çok  uzak olmalıdır fakat  yaşam sadece teoriden ibaret değil. Yanlış yapmamak için sadece bilgi hatta  deneyim yetmeyebilir. Bazen şansın da yanınızda olması gerekir. “Keşke”leri az olan hekim iyi hekimdir, başarılı hekimdir ve hatta şanslı hekimdir diyebiliriz.
Sadece hekimlerin değil, genelde insanların pişmanlık duymalarının en alt seviyelere inmesi için öncelikle kişinin kendisini tanıması gerekmektedir.Başkalarını tanımak akıllılık, insanın kendini tanıması daha büyük akıllılıktır” derler, ne güzel bir değerlendirme ! Kendinizi tanıdığınız ölçüde ne yapıp ne yapamayacağınızı bildiğiniz sürece hata yapma,  dolayısıyla pişman olma sayınız düşmez mi ?   Bilirsiniz ünlü bir Fars vecizesi vardır; 
O ki bilmiyor ama bilmediğini biliyor; onu eğitin
O ki bilmiyor ama bilmediğini de bilmiyor; ondan uzak durun
O ki biliyor ama bildiğini bilmiyor; onu  uyandırın
O ki biliyor ama bildiğini de biliyor; o bilgedir, onu izleyin.

Asıl olan öğüt vermek değil, örnek olmak ise,  bunun yolu eğitimden geçer, okumaktan, öğrenmekten hatta yaşamaktan geçer.  Arjantin’li büyük usta  Jorge Luis Borges’ nin   (1899-1986)  an’lar dizeleri pişmanlığı ne güzel anlatıyor.
sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
ve elbette, çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine az buçuk da ciddiyet katılmış.
bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
korkmazdım daha çok riske girmekten.
daha çok yolculuğa çıkar,
gün doğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın keyfini.
hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere.
öyle bir şansım olsaydı eğer,
dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı,
yalnızca düşlerin değil.
işte hani onlardan,
her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
aynı an’lara geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim yeniden.
öğrenemediyseniz hala, öğrenin artık:
yaşam an’lardan oluşur, sadece an’lardan…
şimdi’yi yakalayın.

yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi ve
paraşütsüz yerinden kıpırdamayanlardan biriydim.
ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
 iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
ilkbahara yalınayak girer,
sonbahara dek unuturdum papuçlarla yürümeyi.
hiç bilinmeyen yollara dalardım,
tadını çıkarırdım günışığının,
çocuklarla daha çok oynardım,
sil baştan yaşayabilseydim eğer…
ama heyhat, seksenbeşindeyim artık
ve biliyorum ki…
ölmekteyim.



Tüm yaşantınızda  keşke”lerin olabildiğince az olmasını dilerim.                                                                       

1 yorum: