“En çok pişman olduğum şey, pişman olacağım diye yapamadıklarım ve dokunamadıklarımdır” diyor W. Shakespeare. Pişmanlık ikiye ayrılabilir; ilki geçmişte verilmiş yanlış bir karardan dolayı daha sonra duyulan pişmanlık, diğeri geçmişte yapılabilmesi mümkün olup da yapılamayan şeyler için yaşanan pişmanlık. Pişman olmak, pişmanlık duymak acaba bir ihtiyaç mıdır, yoksa engellenemeyen bir negatif duygulanma mı ? Zaman zaman pişman olacağımızı bildiğimiz işleri yapmanın veya pişmanlığımıza yol açacak sözleri söylememizin akılcı bir açıklaması var mıdır ? Belki de bilinçaltımızı rahatlatmanın kolaycı bir yoludur “pişmanım” demek... Kendimizi affettirmek, haklı çıkarmak, hatta süper egomuzu kutsamak olabilir mi “pişman olma” duygusu ?
Bu soruları çoğaltabiliriz, pişman olmaktan çok, pişman olmanın ne sıklıkla olunduğu önemlidir herhalde… Aynı konuda defalarca pişmanlık duymanın haklı bir gerekçesi olabilir mi ? Olsa olsa ruhumuzu rahatlatma, bilinçaltımızı stresten kurtarma ihtiyacını karşılamaktır diye düşünüyorum. Pişmanlığın bir alışkanlık haline dönüşmesi, kişide son derece kötü bir kişilik tablosu çıkarır.
İtiraf edelim ki, gerekçesi ne olursa olsun pişmanlık duymakla sıkıntılı bir konuda rahatlama sağlanmaktadır, bir nevi günah çıkarmadır pişmanlık. Kimisi de yaşadıklarından değil yaşayamadıklarından pişmanlık duyduklarını söylerler ve bunun arkasından mutlak bir “keşke...” gelir. Buradaki farklılık insanın rahatlama isteğinden çok özlem duygusunu ifade etme isteğidir. Pişmanlık “keşkeler” içinde boğulmaya doğru yönelirse mutsuzluk, ardından umutsuzluk ve nihayet depresyon kaçınılmazdır. Hani Anadolu’da “gönül yorgunluğu” denilen depresyon. Yapılanlardan pişmanlık duymak bazen yararlı olabilir, çünkü belki kullanılacak hala bir şans vardır. Pişmanlık duymak geçmişle ilgili bir duygu ve düşünceyken, endişe ve korku geleceğe yönelik yaşanılır, bazen bu iki olumsuz durum içinde bulunulan zamanda birlikte yaşanır. Sanırım en kötüsü de insanın bir şeye pişman olmasından dolayı pişmanlık duymasıdır.
Mesleki yaşantımızda “keşkeler” genelde olumsuzlukla sonuçlanan tıbbi uygulamalardan sonra söylenir, bu durumlarda zaten komplikasyonlar veya malpraktis denen hatalı hekimlik uygulamaları söz konusudur , “keşke o hastaya şöyle deseydim” veya “keşke şu ameliyatı yapsaydım, şu ilacı verseydim” veya “şu tetkiki isteseydim” gibi... Veya tam tersi; “keşke yapmasaydım” gibi...
Hekimlik gerçekten çok zor bir meslek, bu nedenle “pozitif ayrımcılık” gerektirmektedir. Bu meslektekiler yasalar karşısında daha özenle korunmalı, ekonomik denge ve gereksinimleri daha özenle irdelenmeli ve karşılanmalı, toplumda saygın konumlarını sarsıcı demeç ve yayınlardan özenle kaçınılmalı, “bakan” veya “bakmayan” sorumlu mevkidekiler buna daha da özen göstermelidir. Çünkü bu meslekte insan hayatı söz konusudur. Yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgiyi özellikle cerrahi dallarda çalışan hekimler çok yakından bilirler, bu çizginin kılıçtan keskin, kıldan ince olduğunu otuz yılı çoktan aşan mesleki yaşantımın sonunda rahatlıkla söyleyebiliyorum. Bu çizgi üstünde mesleğimizi icra ederken “pişman olmak” duygusu bizlere aslında çok uzak olmalıdır fakat yaşam sadece teoriden ibaret değil. Yanlış yapmamak için sadece bilgi hatta deneyim yetmeyebilir. Bazen şansın da yanınızda olması gerekir. “Keşke”leri az olan hekim iyi hekimdir, başarılı hekimdir ve hatta şanslı hekimdir diyebiliriz.
Sadece hekimlerin değil, genelde insanların pişmanlık duymalarının en alt seviyelere inmesi için öncelikle kişinin kendisini tanıması gerekmektedir. “Başkalarını tanımak akıllılık, insanın kendini tanıması daha büyük akıllılıktır” derler, ne güzel bir değerlendirme ! Kendinizi tanıdığınız ölçüde ne yapıp ne yapamayacağınızı bildiğiniz sürece hata yapma, dolayısıyla pişman olma sayınız düşmez mi ? Bilirsiniz ünlü bir Fars vecizesi vardır;
O ki bilmiyor ama bilmediğini biliyor; onu eğitin
O ki bilmiyor ama bilmediğini de bilmiyor; ondan uzak durun
O ki biliyor ama bildiğini bilmiyor; onu uyandırın
O ki biliyor ama bildiğini de biliyor; o bilgedir, onu izleyin.
Asıl olan öğüt vermek değil, örnek olmak ise, bunun yolu eğitimden geçer, okumaktan, öğrenmekten hatta yaşamaktan geçer. Arjantin’li büyük usta Jorge Luis Borges’ nin (1899-1986) “an’lar” dizeleri pişmanlığı ne güzel anlatıyor.
sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
ve elbette, çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine az buçuk da ciddiyet katılmış.
bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
korkmazdım daha çok riske girmekten.
daha çok yolculuğa çıkar,
gün doğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın keyfini.
hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere.
öyle bir şansım olsaydı eğer,
dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı,
yalnızca düşlerin değil.
işte hani onlardan,
her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
aynı an’lara geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim yeniden.
öğrenemediyseniz hala, öğrenin artık:
yaşam an’lardan oluşur, sadece an’lardan…
şimdi’yi yakalayın.
yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi ve
paraşütsüz yerinden kıpırdamayanlardan biriydim.
ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
ve elbette, çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine az buçuk da ciddiyet katılmış.
bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
korkmazdım daha çok riske girmekten.
daha çok yolculuğa çıkar,
gün doğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın keyfini.
hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere.
öyle bir şansım olsaydı eğer,
dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı,
yalnızca düşlerin değil.
işte hani onlardan,
her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
aynı an’lara geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim yeniden.
öğrenemediyseniz hala, öğrenin artık:
yaşam an’lardan oluşur, sadece an’lardan…
şimdi’yi yakalayın.
yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi ve
paraşütsüz yerinden kıpırdamayanlardan biriydim.
ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
ilkbahara yalınayak girer,
sonbahara dek unuturdum papuçlarla yürümeyi.
hiç bilinmeyen yollara dalardım,
tadını çıkarırdım günışığının,
çocuklarla daha çok oynardım,
sil baştan yaşayabilseydim eğer…
ama heyhat, seksenbeşindeyim artık
ve biliyorum ki…
ölmekteyim.
sonbahara dek unuturdum papuçlarla yürümeyi.
hiç bilinmeyen yollara dalardım,
tadını çıkarırdım günışığının,
çocuklarla daha çok oynardım,
sil baştan yaşayabilseydim eğer…
ama heyhat, seksenbeşindeyim artık
ve biliyorum ki…
ölmekteyim.
bravo
YanıtlaSil