Sayfalar

6 Nis 2012

Çiselemeler (2)



Fenerbahçe Parkı, baharı hatırlatan güneşiyle yine de soğukça bir Mart sonu sabahı. Sahilden alnıma serin bir esinti vuruyor, adeta ısırıyor, zihnimi açıyor ve berraklaştırıyor.  Film şeridi dönmeye başladı. 29 yıl öncesine dönüş. İlk yavrum doğmuş, ilk çocuk,  ilk heyecan, ben mutluyum çünkü erkek çocuk gelmiş. Ne kadar çağdaş, batı kültürü  vesaire alsam da genetik kodlamamda bir oryantalist hatta feodal boyut var sanıyorum,  ısrarla erkek çocuk istemiştim çünkü. Boynu süt kokuyor, anne sütü, o ne güzel bir koku. Şimdi düşünüyorum, boynunu öpmeme izin verir mi acaba canım oğlum, sakalları batmadan onu koklayabilir miyim acep ?  Hatırladığım kadarıyla ilk okula başladıktan sonra başlayan ve progressif olarak artan  bir “cool” duruşu var kuzumun. Küçükken hep olgun adam havası vardı, şimdi ise bir “bilen”  duruşuna geçti, "guru" mübarek. Laf aramızda biraz çekinirim ondan. Birkaç yıldır yurtdışında çalıştığından uzun süre görüşemiyoruz, gördüğümde  sıkı sıkı sarıldığımda, ona has bir erkek kokusu hissediyorum her seferinde, sanki o bebeklikte süt kokusunu çağrıştıran.

Yıl 1983, anne asistan, baba çiçeği burnunda uzman, nöbetler neredeyse gün aşırı, dolayısıyla kuzum bir gece benimle bir gece annesiyle beraber. Ana kucağı diyorlar bir sallangaç var, bizimki nefret ediyor ondan, ana kucağı istemiyor baba ayağı istiyor, ayaklarımda sallıyorum. Aklıma  gelince hala utanırım,  nöbetten çıktığım bir gün, ayağımda sallarken uyuya kalıyorum, o cin gibi, ayağımdan yere düştüğü zaman uyanıyorum, sanki bana gülüyor, ve ben sallamaya o ise uyumamaya devam….  Şeytan diyor ki  içir şuna bir şişe passiflora uyusun kerata” .  O sıralar şeytan aslında fazla mesai yapıyor nedense?  Nöbetler ağır, geçim sıkıntısı ağır, 12 Eylül’ün siyasi havası ağır. Dedim ya şeytanı bol yıllar.  Altını değiştirmeyi çok iyi beceriyordum, dün gibi hatırlıyorum. Bir cerrah becerisiyle sarıp sarmalıyordum. Ya paramız yoktu ya da çok yaygın değildi veya her ikisi bilemedim simdi, ama “pampers” gibi kağıt bezi kullanmıyorduk. Tek bir boyutta, sanırım patiskadan yapılma, yıkandıklarında sakız gibi kokan bembeyaz bezler vardı. Onlar yıkandıktan sonra   kurutmak için odaya asıldıklarında bütün camlar buhar olurdu, hiç unutamıyorum. Guigoz isimli bir mama veriyorduk, metal kutuda satılıyordu, daha doğrusu satılmıyor tanıdık pilot ve hosteslerle yurtdışından getirtiyorduk. Paramız çıkışmadığında “Arı Mama” veya “SMA”  veriyorduk,  tam hatırlamıyorum şimdi. Mamayı yememek için o direnir yedirmek için ben direnirdim, zafer genelde yüzüme mamaları püskürterek onun olurdu, ne kadar sabırlı oluyor insan evlat söz konusu olunca. Babaannesi “puf böreği” derdi, tombik kol ve bacaklarını severken, şimdi ise 1.85’lik bir “fit” bir adam. Azıcık “Heineken” göbeği var ama…

Parkta yürümeye devam ediyorum film şeridi birden hızlandı, ben istemeden hızla bugünlere geldi. Sanırım bilinçaltım spor tembelliğimi bildiğinden bir başka yürüyüş gününe saklıyor diğer hatıraları, yürüyüş yaptırmak için böyle bir yöntem uyguluyor galiba. Bu gidişle çokça sabah yürüyüşleri yapmak farz oldu, çünkü anlatacak o kadar çok çiseleme var ki ; kardeş(ler)in gelişiyle yaşamını bir değil iki ortakla paylaşması, ilkokula gidişi, kolej sınavlarındaki insafsız  yarışı yarasız-beresiz atlatması , Alman Lisesi daha doğrusu İstiklal maceraları,  inter-rail  sonrası özgüvenli bir dönem, üniversiteye (İTÜ) giriş ve nefretle bitiriş, Etiler'de hareketli öğrenci evi,  derken iş ve meslek sahibi olması ve Amsterdam'a uçuş, bir yığın bir şey işte….
Neyse, şimdilerde oğlumla karşılıklı rakı içerken ne Türkiye’yi kurtarmaya soyunuyoruz, ne de dünya siyasetini analiz etmeye. Bazen çok duyarlı olduğu çevre kirliliği, insan hakları gibi konularda söyleşiyoruz.  Çocukluk anılarını paylaşıyoruz genelde, doğrusu ben konuşuyorum daha çok, çünkü o konuşmayı benim gibi dehşetli bir şekilde sevmiyor. Az ve öz konuşuyor. Bazen lafı öyle bir oturtuyor ki maazallah  çocuk düşürtür.  Bu çocuk bebekken de çok güzeldi, şimdi de çok yakışıklı, yeşil gözlü. Anne tarafına çekmiş  kesinlikle ? Neyse aklı da bana çekmiştir  o zaman (!).  Akıllı olduğu doktor olmadığından belli zaten. 
Başarılı bir eğitim ve öğretim gördü, gezmeyi, okumayı seviyor, yazıyor da, kalemi de kuvvetli, bu da baba tarafına çekmiş desem ? Biraz maymun iştahlı gibi, bence kesin öyle !  Portföyünde olanlardan aklımda kalanlar, film ve sinema ilgisi, gitar çalmak, metal ve hard rock uzmanlığı,  Uzak Doğu ilgisi, Hindistan ve Tibet seyahati programları, yoga, son günlerde dik duvara  tırmanma, vs...  Ama portföyünde saklı tuttuğu bir şey var kuzumun, “insan sevgisi”.  Hrant Dink  ile ölen, Madımak’takilerle yakılan, köprüden atılan Antuan  ile acı çeken, parasız eğitim için pankart asan yaşıtlarıyla hapse giren, Ahmet Şık’a uygulananlar karşısında “dokunmaktan” kaçmayan bir insan sevgisi ve duyarlılığı taşıyor yüreği  adıyla müsemma” oğlumun, kuzumun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder