Fenerbahçe
Parkı, baharı hatırlatan güneşiyle yine de soğukça bir Mart sonu sabahı.
Sahilden alnıma serin bir esinti vuruyor, adeta ısırıyor, zihnimi açıyor ve
berraklaştırıyor. Film şeridi dönmeye
başladı. 29 yıl öncesine dönüş. İlk yavrum doğmuş, ilk çocuk, ilk heyecan, ben mutluyum çünkü erkek çocuk
gelmiş. Ne kadar çağdaş, batı kültürü vesaire alsam da genetik kodlamamda bir oryantalist
hatta feodal boyut var sanıyorum, ısrarla erkek çocuk istemiştim çünkü. Boynu süt kokuyor, anne sütü,
o ne güzel bir koku. Şimdi düşünüyorum, boynunu öpmeme izin verir mi acaba canım
oğlum, sakalları batmadan onu koklayabilir miyim acep ? Hatırladığım kadarıyla ilk okula başladıktan
sonra başlayan ve progressif olarak artan
bir “cool” duruşu var kuzumun. Küçükken hep olgun adam havası vardı,
şimdi ise bir “bilen” duruşuna geçti, "guru" mübarek. Laf aramızda biraz çekinirim ondan. Birkaç yıldır yurtdışında çalıştığından uzun
süre görüşemiyoruz, gördüğümde sıkı sıkı sarıldığımda, ona has bir erkek
kokusu hissediyorum her seferinde, sanki o bebeklikte süt kokusunu çağrıştıran.
Yıl 1983, anne
asistan, baba çiçeği burnunda uzman, nöbetler neredeyse gün aşırı, dolayısıyla kuzum
bir gece benimle bir gece annesiyle beraber. Ana kucağı diyorlar bir sallangaç
var, bizimki nefret ediyor ondan, ana kucağı istemiyor baba ayağı istiyor, ayaklarımda
sallıyorum. Aklıma gelince hala utanırım, nöbetten çıktığım bir gün, ayağımda
sallarken uyuya kalıyorum, o cin gibi, ayağımdan yere düştüğü zaman uyanıyorum,
sanki bana gülüyor, ve ben sallamaya o ise uyumamaya devam…. Şeytan diyor ki “içir
şuna bir şişe passiflora uyusun kerata” . O sıralar şeytan aslında fazla mesai yapıyor
nedense? Nöbetler ağır, geçim sıkıntısı
ağır, 12 Eylül’ün siyasi havası ağır. Dedim ya şeytanı bol yıllar. Altını değiştirmeyi çok iyi beceriyordum, dün
gibi hatırlıyorum. Bir cerrah becerisiyle sarıp sarmalıyordum. Ya paramız yoktu
ya da çok yaygın değildi veya her ikisi bilemedim simdi, ama “pampers” gibi kağıt
bezi kullanmıyorduk. Tek bir boyutta, sanırım patiskadan yapılma,
yıkandıklarında sakız gibi kokan bembeyaz bezler vardı. Onlar yıkandıktan
sonra kurutmak için odaya
asıldıklarında bütün camlar buhar olurdu, hiç unutamıyorum. Guigoz isimli bir
mama veriyorduk, metal kutuda satılıyordu, daha doğrusu satılmıyor tanıdık
pilot ve hosteslerle yurtdışından getirtiyorduk. Paramız çıkışmadığında “Arı
Mama” veya “SMA”
veriyorduk, tam hatırlamıyorum
şimdi. Mamayı yememek için o direnir yedirmek için ben direnirdim, zafer
genelde yüzüme mamaları püskürterek onun olurdu, ne kadar sabırlı oluyor insan
evlat söz konusu olunca. Babaannesi “puf böreği” derdi, tombik kol ve
bacaklarını severken, şimdi ise 1.85’lik bir “fit” bir adam. Azıcık “Heineken”
göbeği var ama…
Parkta yürümeye
devam ediyorum film şeridi birden hızlandı, ben istemeden hızla bugünlere
geldi. Sanırım bilinçaltım spor tembelliğimi bildiğinden bir başka yürüyüş gününe saklıyor diğer hatıraları,
yürüyüş yaptırmak için böyle bir yöntem
uyguluyor galiba. Bu gidişle çokça sabah yürüyüşleri yapmak farz oldu, çünkü
anlatacak o kadar çok çiseleme var
ki ; kardeş(ler)in gelişiyle yaşamını bir değil iki ortakla paylaşması, ilkokula
gidişi, kolej sınavlarındaki
insafsız yarışı yarasız-beresiz
atlatması , Alman Lisesi daha doğrusu İstiklal maceraları, inter-rail sonrası özgüvenli bir dönem, üniversiteye (İTÜ)
giriş ve nefretle bitiriş, Etiler'de hareketli öğrenci
evi, derken iş ve meslek sahibi olması ve Amsterdam'a uçuş, bir yığın bir şey işte….
Neyse, şimdilerde
oğlumla karşılıklı rakı içerken ne Türkiye’yi kurtarmaya soyunuyoruz, ne de
dünya siyasetini analiz etmeye. Bazen çok duyarlı olduğu çevre kirliliği, insan hakları gibi konularda söyleşiyoruz. Çocukluk anılarını paylaşıyoruz genelde, doğrusu ben konuşuyorum daha çok, çünkü o
konuşmayı benim gibi dehşetli bir şekilde sevmiyor. Az ve öz konuşuyor. Bazen
lafı öyle bir oturtuyor ki maazallah
çocuk düşürtür. Bu çocuk bebekken
de çok güzeldi, şimdi de çok yakışıklı, yeşil gözlü. Anne tarafına çekmiş kesinlikle ? Neyse aklı da bana çekmiştir o zaman (!).
Akıllı olduğu doktor olmadığından belli zaten.
Başarılı bir
eğitim ve öğretim gördü, gezmeyi, okumayı seviyor, yazıyor da, kalemi de kuvvetli,
bu da baba tarafına çekmiş desem ? Biraz maymun iştahlı gibi, bence kesin öyle
! Portföyünde olanlardan aklımda
kalanlar, film ve sinema ilgisi, gitar çalmak, metal ve hard rock uzmanlığı, Uzak Doğu ilgisi, Hindistan ve Tibet seyahati
programları, yoga, son günlerde dik duvara tırmanma, vs... Ama portföyünde saklı tuttuğu bir şey var
kuzumun, “insan sevgisi”. Hrant
Dink ile ölen, Madımak’takilerle
yakılan, köprüden atılan Antuan ile acı
çeken, parasız eğitim için pankart asan yaşıtlarıyla hapse giren, Ahmet Şık’a
uygulananlar karşısında “dokunmaktan” kaçmayan bir insan sevgisi ve duyarlılığı taşıyor yüreği
“adıyla
müsemma” oğlumun, kuzumun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder