Dost meclisinde
sohbetteyiz, konu müzik, dostlar düşüncelerini, beğenilerini aktarıyorlar,
kimisi popüler müzik kültürü üzerine demeç patlatıyor, kimisi engin caz
kültüründen kısa pasajlarla uçuyor. Sohbet koyulaştıkça dostlarla, dostluklara güvenerek, dostça
yapılan sohbette dostluklar hafiften çatırdamaya başlıyor. Konu “ince müzik zevki”. Bir dost buna itiraz
ediyor “rafine müzik zevki” demek
daha doğruymuş. Konuşuyor herkes, seller-sular gibi…. Dinliyorum (gözlerim
kapalı değil ) !
“Klasik müzik dinlemeyene, dinleyip de
sevmeyene insan demem” diyor bir dost. Yetmiyor klasik müziğin de öyle
hepsi aşure gibi sevilmezmiş, “CHOPIN
dinleyeceksin sadece”, onun romantizmini anlatırken uyarmadan da geçemiyor “aman ha Schubert ile karıştırmayın ayıp olur”
( ??? ve de bir ? daha).
Can
dostlardan biri aradaki suskunluktan faydalanarak atlıyor sahneye, “Leonard
Cohen’den başka sese tahammül edemem”.
Anlatıyor durmaksızın, o sesteki
duyarlılığı, şarkı sözlerindeki derinliği,
yaş ile performans arasındaki dengeyi .… (vay anasına sayın seyirciler,
yıllardır benim dinlediğim başka bir Cohen galiba ?).
Sözün bu
konuya nasıl transfer olacağını
düşünürken sol köşeden uzun bir orta geliyor, biraz ofsaytta yakalanıyorum ama
bu pası alıp başlıyorum konuşmaya, biraz okumuşluğumuz var bu konuda. Protest,
politik, etnik müzik çalımlarıyla ceza sahasına girmek üzereyken şiddetli bir
faul yapılıyor bana, “bırak bana anlatma Grup
Yorum’u ” tarzında sert bir taban darbesi alıyorum. Bu ara saha, yani masa biraz karışıyor, özellikle sol tarafta ciddi itiş-kakış
yaşanıyor, ama hepsi saman alevi gibi
hemen sönüyor. O sırada bir dost “Çav Bella”
söylemeye başlıyor, bir diğeri “ Commandante
Che Guevaraaa” diye birden ayağa kalkıyor. Genelde çok az konuşan ve sadece
sigara içerek dost ortamlarına katılan zayıf, omuzları çökmüş, elmacık
kemikleri yüzünü dolduran sessiz dostumuz sigarasını söndürüp “Şu Metrisin önü” türküsünü hem de pek içten söylemez mi !!! Birden
bir sessizlik oluyor ve herkes yerine sakince oturuyor. Fırtına öncesi
sessizlik gibi.
İşte ne oluyorsa
bu anda oluyor, masanın sağ ve orta kısmında oturan dostlar hep bir ağızdan “arabesk, pop müzik hatta -bir zamanlar
çok revaçta olan- Anadolu rock müziği,
hepsi de yoz müziktir, hatta müzik
bile değildir, bunlarda incelik yoktur, dinlenmesini bırakın konuşulmasına bile
tahammül edilemez” tarzı bir ortak tavır ortaya koyuyorlar. Ama höşgörülü değiller,
karşı görüşleri dinlemek istemiyorlar. Yani yine bir klasik yaşanıyor dostlar
arasında, dostça. Dost meclisindeki dostluklar, bu akşamlık bu kadarmış denilip
herkes bir başka dost meclisinde buluşmak üzere dostça ayrılıyorlar.
Eve
gidiyorum önce bir Sezen Aksu parçası dinliyorum ”Vazgeçtim”,
arkasından Vivaldi iyi gidiyor hem de “4
mevsim” birden, sonra Pink Floyd’dan “shine
on you crazy diamond” patlatıyorum, Ahmet Kaya bana, “hadi sen git işine de, herkes kendi işine, dağlarımda zulüm var lo, gidemem yar peşine” diyor. Yatmadan önce
bir Norah Jones ne iyi gider diyorum ve hemen arkasına Pavarotti’den “nessun dorma” dinliyorum. Araya da bir Cem Karaca sıkıştırıyorum. “Benim müzik zevkim ince be dostlar”
diyerek yorganı başıma çekiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder