Sayfalar

10 May 2012

SİCİLYA Esintileri (3)

 Taormina'da dünyanın en güzel manzaralı antik tiyatrosu (arkada Etna, ve Akdeniz)

Sicilya’da gördüğüm yerlerden bahsetmeye devam etmeden bazı saptamalarımı paylaşmak istiyorum. Bu adada İngilizce bilen yok gibi, çocuklarımı görmek için sık sık gittiğim Hollanda’nın tam tersi. Derdinizi anlatmak için vücut dilini kullanıyorsunuz  veya siz Türkçe, İngilizce hatta tarzanca konuşurken Sicilyalı özel lehçeli İtalyanca’sını seller-sular gibi döktürüyor, kimse birbirini dinlemiyor, ama neticede kesinlikle anlaşıyorsunuz. Turizmin beyaz enerji olduğu yeni anlaşılmış, hızla yatırımlar yapılıyor. AB buraya yüklüce para aktarmış, otoyollar ve tarihi meydan düzenlemeleri tamamen AB fonlarıyla yapılmakta. Alış-verişlerde pazarlık Akdeniz ülkelerinin ortak değeri veya kaderi. Pazarlık bir milli spor burada da, bizde olduğu gibi.
Taormina'dan bir başka görünüm
Taormina lacivert Akdeniz sularına yüksek kayalıklardan bakan bir küçük cennet. Çiçeklerle süslü daracık sokakları, minik dükkanları,  dünyanın en güzel manzaralı antik Greko-Romen tiyatrosu, “gel beni ye” diyen renkli meyva şeklindeki badem ezmeleri, nefis sahili, sıcacık kafeleri ile Sicilya’nın incisi. Tarihi yapılar çok sayıda, duvarlar kabartma ve mozaiklerle dolu, seramikler de panolarla her yerde karşınıza çıkıyor. İki tarihi kapı arasındaki bir kilometrelik yolda kiliseler ve küçük meydanlar sıralanmış. Taormina’nın bir diğer özelliği de yarım yüzyılı aşan bir film festivaline ev sahipliği yapıyor olması. Burada kafelerde oturan ünlü yıldızları (Liz Taylor, Richard Burton vd…) size hatırlatıyorlar mutlaka. Çok kalabalık, tam bir turist cenneti, fiyatlar son derece makul. Otobüsler şehre giremediğinden asansörle 8 kat çıkıyorsunuz. Minik arabalar neden İtalya’da çok fazla, Taormina sokaklarını görünce anlıyorsunuz.
Taormina sokakları
Taormina’ya gelmeden önce öğle yemeğimizi  geniş bahçelerinde organik tarım yapılan, bağlarındaki üzümlerle şarap imal edilen tarihi bir villada yedik.   Gurme yazılarından pek hoşlanmam ama buradaki makarnaların (pasta diyorlar) hafif diri olarak pişmesini günlük olmasa dahi çok taze olmalarına bağlıyorlar. Sarımsak girdimi tadına doyum olmuyor makarnaların. Patlıcan olmazsa olmaz bir şey. Biber, domates, kabak, enginar, her sebze ayrı bir güzelleştiriyor. Patatesleri bana çok tatlı geldi, bizim Kıbrıs patatesine benziyor. Kendi ev yapımı şarapları (illa da kırmızı) harika. Unutmadan, deniz ürünlü makarnalar ise nefis ötesi çünkü makarna ile eşit miktarda kalamar, midye, ahtapot  ve diğer  deniz ürünlerini içeriyor.
Concordia (uzlaşı) tapınağı
Marsala şehrindeyiz. Adanın batı ucunda yerleşmiş bir şehir. Adını yöredeki özel üzümlerden elde edilen çok tatlı bir şaraba vermiş. Buraya gelmeden Agrigente denen tapınaklar vadisinden geçiyorsunuz. Burası filozof Empodekles’in doğduğu yer, tapınak sayısı Atina Akrapolü’nü katlar geçer. Marsala adı nereden geliyor ? Ortaçağ'da Romalılar’dan sonra kent Arap’ların eline geçer, zaten şehirde arap kültür ve mimarisini hemen hissediyorsunuz. Buraya Araplar “Marsa Ali” yani “Ali’nin kapısı” diyorlar, daha sonra Normanlar şehri ele geçirdiğinde daha genelleme yaparak “Marsa Allah” yani “Allahın kapısı” adını kullanıyorlar ve günümüzde “Marsala” olarak devam ediyor şehrin adı. Bu bilgiyi öğrenince dinlerin insanları birleştiren, kültürlerin ise insanları birbirine kenetleyen sosyolojik olgular olduğunu düşündüm, ama  neden yeryüzünde bu kadar şiddet, savaş  ve kavga var diye sormaktan kendimi alamadım. Neyse… Marsala’da şarap tadım merkezinde “on teka” dedikleri  nefis bir gösteri izledik, şarapları tattık, tattık  da hikayenin sonunu pek hatırlamıyorum (!). Bu şehir Arap, Barok, Greko-Romen karışımı yapılarıyla tam bir kültür mozaiği. Deniz ürünlü rizottosu gezide yediğim en güzel yemekti. Sanırım merak ediyorsunuz evet bir haftada 3 kilo aldım….. Palermo ve Katania izlenimlerimi ileride paylaşacağım.
Marsala Katedrali

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder