Oldum olası cenaze törenlerini sevmem,
özellikle cami avlusundaki buluşmayı, zorunluluk olmadıkça da gitmem, taziye
ziyaretine gitmeyi daha içten bulurum. Musalla taşında, soğuk bir mermer
üstünde duran tabutun üzerine içinde
yatan ölüyü tanımlamaya yönelik bazen
bir bayrak, bazen bir spor kulubü forması,
bazen kenarları oyalı bir yemeni ya da bir gelin duvağı konulur. Ama çoğunlukla
tabutlar, sanki sahibinin hiçbir özelliği yokmuş gibi, sade bir yeşil çuha ile kaplı, yalnız ve sessizce durur o taş üzerinde.
Tabutun içinde artık kendisi ile hesaplaşılamayacak, başkalarından da hesap
soramayacak bir cansız beden, sonlanmış
bir yaşam vardır.
İnsanlar toplanırlar cami bahçesinde.
Kimisi dalgın, kimisi hüzünlü, bir kısmı ise uzun zamandır görmediği
arkadaşları görmenin heyecanı ve sevinciyle cenaze hüznünü unutmuş veya
ertelemiş, hatta koyu bir sohbete dalmış, kimisi de “bitse
de gitsek” ruh hali içindedir. Bergama Asklepionu’nun kapısında “buraya ölüm giremez” yazsa da orası çok ölümler görmüştür. Tıpkı “cami bahçesine kötü söz girmez” kabulünde
olduğu gibi. Kimisi geçmişle hesaplaşmak için gelmiştir buraya, kimisi
timsah göz yaşlarını dökmek için.... vicdan temizlemek için gelen olduğu gibi kendini çevreye karşı temize çıkarmak isteyenlerler de gelir buraya, sayıları çok az da olsa…. Bir de ünlülerin cenazesine illa da camide katılmak isteyenler vardır, kameralara şöyle bir kaçamak göz atarken görürüz onları, kameranın görüş açısını pek de iyi bilir ve bulurlar. Bunlar nedense mezarlıktaki defin törenine hiç gitmezler.
“Safları
sıklaştıralım” der namazı kıldıracak imam, sağlığında rahmetlinin kuyusunu
kazanlar, gözünü oyanlar, arkadan vuranlar da sıklaştırır safları, hem de
mevtanın gerçek saf ve temiz
dostlarını sıkıştırarak. “Rahmetliyi nasıl bilirdiniz ?” diye
sorulur. Hep bir ağızdan “iyi bilirdik,
iyi ” diye bağırılır. İçimden o anda
“yalan söyleyen var” diye bağırmak
gelir. Bak işte ön sıradaki kahverengi
paltolu adam, nasıl da bir “ehhh” çekmişti ölüm haberini duyduğunda. Şu yeşil gözlü başında iğreti
eşarbıyla duran kadın, rahmetli için bir
roman olacak kadar dedikoduyu yapan o değil sanki, gözleri de yaşlı mı ne ? Ama
olsun kara gözlükler arkasına saklanmamış hiç olmazsa, burada bari samimi
davranmış. Samimiyetsizliklerini gizleyebilmek
amacıyla takar kara kocaman güneş gözlüğünü bu törenlerde
insanlar diye düşünürüm çoğu kez. Hem de yaz-kış ayırmadan. Oysa kara gözlüklerini çıkarıp insanların gözlerinin içine bakarak paylaşsalar
acılarını daha insani değil mi ?
Bu törenlerde ‘ölmek veya öldü’ kelimesi doğrudan
kullanılmaz, dikkat ettiniz mi hiç ? Bu
kelimeyi karşılık gelen bir takım deyimler kullanılır, ölümün soğuk yüzünü göstermemek için; ‘vefat etti’ veya ‘göç etti’
gibi… Bir cenaze töreninde namazı kıldıran imam mevta için “bu dünyada memuriyeti bitti” demişti. Ne
kadar zorlama bir deyim olduğunu hissetmiş, kendimle dalga geçerek ben SGK’lıyım
demiştim, ölümden kaçmak varmış gibi. O dönem gerçekten SGK'lıydım !
Sevmiyorum cenaze törenlerini,
özellikle camii avlusundakileri. Mezarlıktaki cenaze törenleri çok daha samimi
ve dürüst geliyor bana. Kendimizle
yalancı yüzleşmeye neden olduklarından mı bilmem, sevemedim işte bu cami avlusu
toplanmalarını….
...Ölümün tek
iyiliği bir daha olmayacak olmasıdır.
Nietzsche
thomas bernhard mı demişti, "kim ne derse desin, cenazeler her zaman tiyatrodur" diye.
YanıtlaSil"iyi bilirdik" samimiyetsizliği olmasa bir de. ikiyüzlü toplumun sahte içlenmelerinden kurtuluş yok öldükten sonra bile.
"vefat etti", "göç etti", "bu dünyadan ayrıldı" vs. güzel adlandırmalar hep; "ölüm" kavramının soğuk gerçekliğine karşı.
"ölüm"ün yalınlığı yok hiçbir şeyde.
Değerli dost "piktobet", artık sizin bloga ulaşamıyorum, aynı şekilde "list-e" sayfasına da erişim yasak. Neden? Benim gibi sadık izleyicilere haksızlık bu. Düzeltilmesini rica ediyorum, sevgilerle Faik Çelik
YanıtlaSil