Bazı hastalıklar vardır ki sanat eserlerine esin kaynağı olmuşlardır. Tüberküloz da (verem-ince hastalık) bu hastalıklar içinde en yoğun kullanılan kaynaklardan birisidir. Özellikle edebiyatta roman başta olmak üzere öykü, şiir ve tiyatro eserlerinde “verem” olarak tüberkülozla sıklıkla karşılaşıyoruz. Edebiyat diline uymak için tüberküloz yerine yazı içinde verem sözcüğünü kullanacağım.
Bir insanın verem olduğunu öğrenmesinin yüzüne karşı ölüm hükmünün okunmasıyla bir tutulduğu günlerde, veremli kişilerin yakalandıkları hastalığın kendilerinden, hatta öldükten sonra bile çocuklarından saklanması çok yaygındı. Ünlü yazar Franz Kafka, kaldığı senatoryumda veremden ölmeden iki ay önce Nisan 1924’de şöyle yazmıştı: “sohbet ederken hiçbir şey öğrendiğim yok, çünkü verem üstüne konuşurken herkeste bir çekingenlik, kaçamak davranışlar ve donuk bakışlar ortaya çıkmakta”.
Verem, yüzyılı aşkın bir süre ölüme anlam katmanın yollarından biri sayılmıştı. Nitekim XIX. yy edebiyatı özellikle genç insanların veremden korkup ürkmediği, ölümü huzur içinde karşılayan tiplerle doludur. Harriet Beecher Stowe’un ünlü romanı Tom Amca’nın Kulubesi’ndeki küçük Eva, Charles Dickens’ın Nicholas Nickleby’sindeki Smike veya yine Dickens’ın romanı Dombey ve Oğlu’ndaki oğul Paul gibi.
O günlerden bugünlere çok ama çok şeyin değiştiğini Dickens’ın Nicholas Nickleby’sindeki tüberküloz tarifi çok net ortaya koyuyor: “ölümle hayatın tuhaf bir biçimde iç içe geçtiği ,ölüm hayatın ışıltısı ve rengine bürünürken, ölümün tüyler ürpertici korkuçluğunu da beraberinde aldığı hastalık, tıbbın asla şifa bulamadığı, zenginliğin asla püskürtüp kovamadığı, yosulluğun kendini azat edemediği bir hastalıktır verem”.
Verem miti, kökeni antik çağa dayanan bir fikir olan melankoliye dayanır. Hipokrat’tan başlayan Galen’le devam eden neredeyse bin yıl Avrupa tıbbında doğru kabul edilen dört sıvı teorisinde, kara safra melankolik insana aitti, melankoli sanatçı hastalığıydı, dolayısıyla veremli yani melankolik karakter duyarlı, yaratıcı ve naif olmak durumundaydı.
Veremle birlikte bir “mezarlık edebiyatının” doğduğu görülmektedir. Mecalsiz kadınlar, taş mezarlar, kan tükürüp öksürerek ciğeri parçalanıp ölenler gibi...John Keats 1819’da “gençlik solar, hayalet gibi zayıflar ve ölür” satırlarını yazdıktan iki yıl sonra 26 yaşında veremden ölmüştür. Ünlü eser “Jane Eyre” in yazarı, Charlotte Brontë, iki kardeşini de vereme kurban verdikten sonra 1855’de kendisi de bu hastalıktan öldü.
Bu dönemde öyle bir akım oluştu ki, romantizm veremle özdeşleşti. Sanatçılar adeta kendilerini vereme yakalanma ve ölme zorunluluğu altında hissediyorlardı. Aslında veremden ölmenin nasıl bir romantik yönü olabilir ki; ölüme zayıflayarak, kan kusarak, nefes almaya çalışarak gitmenin romantik bir tarafı olamaz. Ancak sanatçılar, yazarlar, ressamlar romantik olabilme modası uğruna bu gerçeği görmezden geldiler.
Fransız yazar Moliere oğlunun ölümünden sorumlu tuttuğu hekimlerden, onların bilgisizliği ve ukalalıklarını hicveden beş güldürü-hiciv yazmıştır. 1673’te yazdığı “Hastalık Hastası” isimli komedinin dördüncü temsilinde birden kan kusmaya başlamış ve birkaç saat içinde ölmüş olması da edebiyat-tüberküloz ilişkisinde farklı bir olgu olarak yer almıştır.
Thomas Mann, Büyülü Dağ adlı romanını 1924’de yazmıştır. Hitler'in etkin olmaya başladığı dönemde Almanya'dan ayrılıp önce Amerika’ya, sonra da İsviçre'ye yerleşmiş ve orada ölmüştür. Dünya edebiyatının klasikleri arasında yer alan "Büyülü Dağ"da Hamburglu genç gemi mühendisi Hans Castrop, üç haftalığına kuzenini ziyarete gittiği bir İsviçre sanatoryumu'nda kendisinin de tedaviye ihtiyacı olduğunu sevinerek öğrenerek yedi yıl kalır. Bu süre içinde doktorlar ve hastalar dünyasını yaşayarak tanır. Thomas Mann’ın, roman sanatının bütün incelikleriyle yarattığı, ironik üslupla sunduğu bu eserinde hastalık hakkında hiç bilgi vermemesi ilginçtir.Üç Yoldaş (Drei Kameraden) adlı, sinemaya da aktarılan eserinde Erich Maria Remarque, üç arkadaştan Pat’ın vereme yakalanışını, İsviçrede Senatoryumda yatışını politik anlatımla ve şiirsi dille yazmıştır. XIX.yy Rus Edebiyatında veremli hastaları sıklıkla görmekteyiz .Örneğin; Dostoyevski’nin "Suç ve Ceza"sındaki Katerina Ivanovna. Victor Hugo’nun "Sefiller"inde romanın önemli karakterlerinden Fantin vereme yakalanır ve ölür.
Kendisi de bir doktor olan Anton Pavlovich Çehov genç yaşta yakalandığı ölümcül hastalığın da etkisiyle, bütün öykülerini üstü kapalı da olsa kötümser bir bakış ile yazmıştır. Moskova Tıp Fakültesi'nde 1884'te tıp eğitimini tamamladığı yıl doktorluğa başladıysa da lise ve üniversite yılları boyunca yazdığı hikayeleriyle kabul gördüğü edebiyat dünyasını tercih etti. Aynı yıllarda onu ölüme götürecek tüberküloza da yakalanmıştı.
Verem bir seyahat kavramı da yaratmıştır. Hastalara farklı yerlere gidip yaşamaları önerilmiştir, halen de böyledir ya...Önerilen yerlere gidenlerden besteci Chopin, Batı Akdeniz adalarına, edebiyetçı R.Loui Stevenson Pasifik adalarına yerleşmişti. Ünlü yazar D.H.Lawrence ise neredeyse yeryüzünün yarısını gezmiştir.
Türk edebiyatında da ilk kez Abdülhak Hamid’in 1886’da yazdığı “Finten” isimli oyunda Kanadalı Finten, aşığı Hintli Davalaciro’dan olan anormal çocuğu Ucube’yi topluma kabul ettirmek için ve İngiliz sosyetesine girebilmek için Lord Dick ile evlenmek ister, ancak bu evliliğe karşı çıkıldığı için ölmek üzere olan veremli kız Fransız Blanche’ı, asil ilan ederek Lord’la evlendirmek ister.
Veremden ölmüş şair Muzaffer Tayyip Uslu “Kan” adlı şiirinde şöyle yazar:
Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım
Baktım ki yaşamak güzeldi hala
Mesela gökyüzü
Maviydi alabildiğince
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi alemine
Aclan Sayılgan ise “ Sanatoryum” adlı şiirinde şöyle seslenir.
Burada
Herşey
Bir başka
Ağaçların bile
Ateşi
37.6
Lord Byron, Guy de Maupassant, Paul Eluard, Maxim Gorky, Panait Istrati, George Orwell, Friedrich Schiller, Albert Camus, Dylan Thomas dünya edebiyatında, Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa, Mahmut Yesari, Aclan Sayılgan, Memet Fuat, Rüştü Onur ise Türk edebiyatında hayatının bir döneminde vereme yakalanmış ünlülerdir, bu ünlülerden bazısı vereme yenilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder