Sayfalar

17 Eki 2011

Edebiyatçılarda Bir Gizem: İNTİHAR

                                                                                            
Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgiye meslek yaşantım boyunca  sıklıkla tanık oldum. Dağ  gibi bir insanın volkan gibi yüreğinin son bir patlamayla sönüşünü ellerimin içinde hissettim. Prematüre denilen vaktinden birkaç ay önce doğmuş bir bebeğin, hekimlere nanik yaparcasına el başparmağını aç kurtlar gibi  emerek  yaşama nasıl asıldığını hayretle izledim. Beni artık yaşatmayın diye konuşan gözleriyle boynundan aşağısı felçli  yüzme takımındaki delikanlı ile,  ne olur beni bırakmayın yaşamak istiyorum diye fısıldaşan gözleriyle bakan, bir deri bir kemik kalmış,  doksanındaki  mide kanserli yaşlı amcayı aynı zaman diliminde izledim. Bu nedenledir ki bir intihar olayı duyduğumda veya okuduğumda alt üst oluyorum, beynimde karmakarısık rüzgarlar esiyor,  ince çizginin bu tarafına veya öbür tarafına düşmenin an meselesi olduğuna ve bu düşüşün, belki de  kişinin tercihinin dışında gerçekleştiğine inanıyorum.
Kendi kendini öldürme  anlamına gelen  Arapça kökenli bir kelime, “intihar”. Edebiyatçılar  neden intihar ediyorlar veya eserlerinde intihar olgusunu işliyorlar ?  Sınırlarını zorlayıp tükendikleri için mi,  yoksa yaşamın bir yük olduğunu hissetikleri için mi ?  İrade zayıflığı, kırılma noktası gibi açıklamalar  intihar için yeterli birer neden mi,  ya da  ‘cesaret ’ dedirtecek kadar  yüceltici   bir olgu mu ?  “...intihar, an geldiğinde mutluluğa bir yerlerde ulaşmak  arzusu mu,  isyan mı,  haykırış mı,  geride bıraktıklarına ceza mı ?... ya da,  yaşamın buza kesmiş gerçeklerinden kaynağını alan bir donma biçimi midir ?  şeklinde sorgulamaktadır intiharı  Selma Ağabeyoğlu.  Bu sorulara yanıt ararken aklıma hep Bukowski’nin mısraları gelir :

En iyiler genellikle intihar ederler,
sadece kaçmak için.
Ve geride kalanlar  asla tam olarak anlayamazlar;
neden biri onlardan kaçmak istesin ki!..

J.Paul Sartre’a göre “intihar var olmanın bir başka yoludur.”  A. Camus ise  gerçekten ciddi tek bir felsefi sorun vardır, intihar” demektedir.  Attila Jozsef,  anti-emperyalist bir söylemle mutlak karşıdır intihara;  bizi  yoksul ve tutsak kılanlara, bir zerresini  bağışlamam  yaşama  hakkımın”. Ernest Hemingway ilerleyen bir yaşında, umutsuz bir aşka kendisini kaptırıp bunun verdiği melankoliyle  intihar ederken, benzer bir durum yaşayan Goethe, intihar etmek yerine 'Werther' isimli romanını yazarak  melankolisini  üretime yönlendirip yaşamı tercih ediyordu.
 Jack London  kendi yaşam öyküsü olan ünlü romanı “İntihar" için , Irving Stone'a şu satırları yazmıştır: "İntihar’da gerçeği tüm çıplaklığıyla yazamadım. Yaşadım, çünkü bu kadarına cesaretim yoktu”. Bu roman içki tutkusu üzerine yazılmış sade,  gerçekçi, gerilim dolu belgesel bir romandır, romanda gerçek bir intihar olayı yoktur, ancak intihar olgusunu, tükenişi anlatır. İntihar burada bir metafor olarak kullanılmıştır. Benzer bir metaforu Shakespeare'in eserlerinde görüyoruz, Ortaçağ Avrupa’sında intihar ve cinayet aynı sözcükle ifade edildiğinden Shakespeare'in eserlerindeki elliden fazla karakter   intihar ederek ölmüş  görülmektedir.
California Eyalet Üniversitesi’nden James C. Kaufman, “Psikosomatik Dergisi”nde, yazarların doğum ve ölüm tarihleri ile ilgili bir çalışmasını geçtiğimiz yıllarda yayımladı.  Genel olarak yazarlar genç ölür,  hatta şairler,  daha genç ölür,  intihar eden şairler,  diğerlerine göre daha ayrık ve kendileriyle daha ilgilidirler demektedir  Kaufman.

Pennsylvania üniversitesinden Shannon Wiltsey Stirman  ise her ne kadar çoğu şair intihara teşebbüs etmemiş olsa da,  şairler arasında intihar oranının diğer edebi yazarlar ve genel nüfusa göre daha yüksek olduğunu  vurgulamaktadır.  Bu çalışmada, intihar eden şairlerin kariyerleri boyunca yazdıkları şiirlerde, intihar etmeyen şairlerden çok daha fazla oranda “ben, benim” gibi  birinci tekil şahıs kelimeleri  kullanmış oldukları saptanmıştır. Ayrıca intihar eden şairler şiirlerinde, “konuşmak, paylaşmak, dinlemek” gibi sosyal bağlantı içeren kelimeleri olabildiğince az kullanmış oldukları  belirlenmiştir. Bu çalışma için seçilen “intihar etmiş” şairler: John Berrymandi, Hart Crane, Sergei Esenin, Adam L. Gordon, Randall Jarrell, Vladimir Mayakovsky, Sylvia Plath, Sarah Teasdale and Anne Sexton. Eşleştirildikleri “intihar etmeyen” şairler ise: Matthew Arnold, Lawrence Ferlinghetti, Joyce Kilmer, Denise Levertov, Robert Lowell,  Osip Mandelstam, Boris Pasternak, Adrienne Rich ve Edna St. Vincent Millay’dir.

İntihar eden edebiyatçılar içinde iki kişi  ilgimi çok çekmiştir. Hekim olarak bu iki şairin ruh halleri  ile ağrı gibi fizyolojik bir rahatsızlık hissini duymamalarını anlayabiliyorum. Beşir Fuad ve  Sergey Yasenin.



İntiharı sırasında bile yazan, kağıdına sıçrayan kendi kanında ölümü anlatan Beşir Fuad’ın son satırları: "Ameliyatımı icra ettim.Hiç  bir ağrı duymadım. Kan  aksın  diye hiddetle kolumu kaldırdım. Ki “kâğıt dahi kanla mülemma” .
Sergey Yasenin ise kestiği bileklerinden akan kana kalemini bandırıp son şiirini yazdıktan sonra Leningrad’da bir otel odasında kendini kalorifer borularına asıp intihar etmiştir.

AYRILIK ŞİİRİ

Hoşça kal, dostum benim, hoşça kal artık,
Can dostum, seninle dolu gönlüm
Çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaat ediyor ilerde bir gün

Hoşça kal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan,
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz,
Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
Ama yaşamak da yeni sayılmaz kuşkusuz.

Yasenin’in  ölümü üzerine  fazlasıyla etkilenen büyük şair Mayakovski  “Sergey Yesenin” adlı şiirinde şöyle seslenmiştir:

  
“Şu yaşamda en kolay iştir ölmek
   Asıl güç olan
   Yeni bir hayata
   Başlamak”




Ama ne büyük bir trajik paradokstur ki, Mayakovski de güç olanı başaramamış ve hayatına kafasına sıktığı tek bir kurşunla genç yaşta son vermiştir. Edebiyatın bu garip cilvesini, başka bir deyişle edebiyatçının  gizemini, Sylvia Plath- Nilgün Marmara ikilisinde de görmekteyiz. “Bir yaşamın bir düşe eklenmesiyle, bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiç bir ayrımı yok  diyen Nilgün Marmara Boğaziçi Üniversitesi’nde hazırladığı bitirme tezinde, intihar etmiş olan Sylvia Plath’ı  konu etmişti  ve  kendisi  de tez konusunun kahramanını model seçmiş ve intihar etmiştir. 


Yarı otobiyografik bir roman olan ve kendi depresyonu üzerine ayrıntılı bilgiler veren “Sırça Fanus” kitabının yazarı Sylvia Plath, kiraladığı evin eskiden İngiliz şair William Butler Yeats'e ait olduğunu öğrenmiş ve bunu iyi bir işaret olarak değerlendirerek, ikinci kattaki odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, odalarının kapısını da içeri gaz girmeyeceğinden emin olmak üzere bantlayarak kapattıktan sonra  kafasını fırının içine sokarak intihar ettmiştir. Plath,  intihar ederek güçlü bir ruha sahip olduğunu göstermiş ve kendini edebiyat dünyasında tam da istediği gibi mitleştirmiştir.
İngiliz feminist, yazar, romancı ve eleştirmen Virginia Woolf , ceplerini taşla doldurarak kendini Ouse ırmağına bıraktığında 59 yaşındaydı. Mrs. Dalloway ünlü yazarın adıyla anılacak ‘bilinç akışı’ tekniğinin en başarılı örneklerinden biridir. Perde Arası romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiş, içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp, evlerinin yakınlarında bulunan nehre ceplerine taşlar doldurarak atlayıp geride kardeşine ve kocasına yazılmış iki intihar mektubu bırakarak intihar etmiştir. Kocası Leonard Woolf’a  yazdığı mektup ünlü edebiyatçının içinde bulunduğu ruh durumunu çok güzel yansıtıyor, ancak  aklımıza gelen şu sorunun cevabını halen arıyoruz; yaşantısı ve verdiği eserlerle bu kadar güçlü bir karakter çizen kişi ile bu satırları yazan kişi nasıl aynı kişi olabilir ?

"Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. O korkunç yeniden yaşayamayacağımı hissediyorum. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım .Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin .Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşıdaima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum."
Yaşayabilmeyi öğütleyen, “Yaşama Uğraşı”nı yazabilen Cesare Pavese de öğüdünü tutamayanlardandır. Altı yaşındayken babası beyin kanserinden öldü. Lisedeyken tek yakın arkadaşının intiharı, yine aynı zamanlarda başka bir öğrencinin kendini öldürmesiyle "intihar" onun için saplantı haline geldi. ...bir sanatçı için önemli olan yaşantı değil, iç yaşantıdır, buradaki iç yaşantı sanatçı duyarlılığıdır, o duyarlılık ki sanatçıyı öteki insandan ayırır” demektedir Pavese. Anti-faşist çalışmaları nedeniyle bir ara tutuklanan Pavese, Torino'daki bir otel odasında uyku hapı alarak intihar etti..
Pavese’nin söylediği sanatçı duyarlılığına en güzel örnek Stefan Zweig’ın günlüğünde yazılıdır:  ne olursa olsun mahvolduk, hayatlarımız onlarca yıl düzelmeyecek… Fransa’nın teslim olması yakın… bitti. Avrupa’nın işi bitti, dünyamız çökertildi.  İşte şimdi tam anlamıyla vatansızız.” Avusturyalı romancı, oyun yazarı, gazeteci ve biyografi yazarı olan Stefan Zweig,  Yahudi kökenliydi,  bu nedenle Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Zweig'ın eserleri de yer alıyordu. Gestapo'nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere'ye,  Londra'ya yerleşti. Ancak, kendini burada da rahat hissetmedi. Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942de Rio de Janeiroda, karısı Lotte ile birlikte uyku hapı içerek intihar etti. Zweig’da Woolf gibi geride iki mektup bırakmıştı, pulları bile yapıştırılmış olan  mektuplarıdan birisi  şehrin Valisi'ne hitaben yazılmış  "deklarasyon"başlığını taşıyordu    :

"kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce, son bir görevi yerine getirmeğe kendimi mecbur hissediyorum: bana ve çalışmalarıma, böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya'ya içtenlikle teşekkür etmeliyim,  her geçen gün, bu ülkeyi daha çok  sevmeyi öğrendim ve benim lisanım konuşulduğu dünya, bana göre mahvolduktan,  ve manevi yurdum avrupa'nın kendi kendisini yoketmesinden sonra, hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu ama 60 yaşından sonra,  yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı,  benim gücüm ise,  uzun yıllar süren yurtsuz gücüm sırasında tükendi,  böylece, ruhsal çalışması,  her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük  nimeti olan bu hayatı,  zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor, bütün dostlarımı selamlarım!  umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hala görebilirler!  ben, çok  sabırsız olan ben,  onların önünden gidiyorum."







Azımsanmayacak  sayıda edebiyatçının intihar ederek yaşamlarını noktaladıklarını biliyoruz, her bir ölümün kendine özgü perde arkaları mutlaka vardır, hepsinde farklı bir neden kuşkusuz vardır. Bazı intiharların kara mizah olarak nitelendirilebilecek  ironik yönleri dahi bulunabilir. Ancak her intihar, edebiyatçı için farklı bir gizem içerir. Bu iddianın en güzel kanıtı, intihar ederek ölümü zamansız seçen üç edebiyatçının bilmecemsi sözleridir.

* İntiharlar her akşam ıslak-yapışkan saçlarıyla girip odama paniğimden pay toplarlar  (İlhamiÇiçek)                                                                                   
* Yazık! Her şey ölecek demek ben ölürsem. Bu akşam beni bekleme, çünkü gece kara ve ak olacak   (Gerard De Nerval)

* Hayır, hiç kimse intihar kararına varamaz. İntihar bazılarında birlikte bulunur. Onların yaradılışında mevcuttur ve onun elinden kaçamazlar  (Sadık Hidayet)

Alper Akçam’ın dediği gibi, “ insanın kendine sunulmuş yaşam hakkını birey olarak geri çevirmesi, onun dışına çıkması anlamına gelene intiharın edebiyatla ilgisi, edebiyatın yaşamla ilgisi bağlamında özel açılımlar kazanır.....yaşamla ölümün arasında bir yerde, ölümden korkmadan, yaşayan edebiyat için var olmayı sürdüreceğiz sanırım" .




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder