Günlük
konuşmalarda sıklıkla duyduğumuz tanımlar var, “egosu kabarık", "egosu şişmiş", "egosu kayıp", "egosu batsın” vs…. Bir
ego’dur gidiyor, peki ama nedir bu EGO denilen
şey ? Konuyu incelemek için kaynaklara baktığımda ağırlıklı olarak Freud’çu görüşler karşıma çıktı. Tabii, konuya
psikolojik/psikiyatrik bir bakış açısıyla yaklaşmak benim boyumu aşar. Sade bir
hekim-vatandaş gözüyle EGO için bir deneme yazısıdır aşağıda yazılanlar.
Latince bir
kelime olan EGO, “ben", "benlik", "kendilik” demektir. Freud insan bilincinin üç
tabakadan oluştuğunu ileri sürer. Bunlar “İD, EGO ve SÜPEREGO”dur. İd,
ilkel ve temel isteklere ait tabakadır, cinsellik, saldırı, yeme-içme gibi ana istekler
burada doyurulur. Süperego ise id’e
karşı saldırgan davranan, onu dizginleyen ve genellikle çatışan tabakayı temsil
eder. İşte bu iki uç arasında denge görevi gören, adeta tampon olan tabaka ise ego’dur. İd ve süperego
arasında dengeyi gerçekçi olarak sağlayan unsurdur. İd’in bazı isteklerine süperego’nun itirazlarını da göz
önünde bulundurarak izin veren tabakadır demek daha doğrudur. Peki ama ego gerçekçi
olmayı nasıl sağlıyor ? İnsan zeka,
bilgi, irade, vicdan, dürtüler, güdüler, tutkular ve benzeri diğer fonksiyonları sentezleyip, test ederek
sağlıyor sanırım, tabii ki en büyük yardımcısı hafıza oluyor.
Kısaca özetlemeye
çalıştığım bu girişten sonra ego üstüne çeşitlemelerde bulunarak “sen neymişsin be ego”ya uzanalım. Ego
insanda neden vardır sorusuna ben en mantıklı cevabın şu olduğunu düşünüyorum: insanın eğer dünya
üzerinde onu avlayabilen ve yok edebilen, ondan daha zeki bir düşmanı olsaydı
ego olmazdı, yani insan dünyada her şeyi yapabileceği kanaatinde olduğu için
ego oluştu. Başka bir ifadeyle, insanoğlunun
her şeyi yapabilirim düşüncesine karşı gerçekçi, akılcı bir yön olan ego ortaya
çıktı. İd’in “istiyorum, hemen ve mutlaka”
dayatmasına, süperego “ isteyemezsin
ne şimdi, ne de ileride” şeklinde
karşı çıkınca, ego “ koşullar uygunsa veya uygun olduğunda isteğini veririm” şeklinde akılcı
ve pratik bir cevap verir. İşte ego bu dengeyi sağlarken bazen sapmalar
gösterebilir ki; o zaman “şişmiş veya
kabarık ego”, ya da “yok olasıca,
batasıca ego” ortaya çıkar. Zaten biliyoruz ki, egonun
kendisi değil, düşünce, duygu ve davranış tarzları şeklinde etkileri gözlemlenir.
Böyle "sapkın" durumda olan kişilerde etraflarına zarar verecek davranışlar görülür. Örneğin bu
kişiler kendi değerlerini mutlak doğru ve değişmez görürler, bu değerlerine
aykırı hareket edenleri kendi kurallarıyla
cezalandırmaya çalışırlar, üstelik daha önce kendi yaptığı benzer yanlışları hatırlamazlar. Kendilerine yapılan iyilikleri ve fedakarlıkları da hiç hatırlamazlar. Vefasızlık
sıradanlaşır bu kişiler için. Sık sık kanatlanırlar, ayakları yerden kesilir. Sonra tekrar yere değer, bir fasit dairedir bu eylemleri.
Peki
neden her insanda olmuyor bu sapmalar ? Egomuz,
bizim için cömertçe bahaneler üretebilir,
bu bahaneler bazen kişinin kendi kendisini kandırmaya yeter, bazen ciddi
şekilde haklı olduğuna inandırır. Bu bahaneler bazen kin, nefret, hırs öfke
gibi olumsuz duyguları ortaya çıkarır ve bu güçlü duygular kişiyi ele geçirir.
İşte o zaman şişkin ve kabarık egolar ortaya çıkar, hatta daha da ileri giderek”
narsisist kişilik” oluşur. Narsisizm
kişinin kendisini aşırı beğenmesi, kendisine hayranlık duyması hatta uç bir yaklaşımla kişinin kendisine
aşık olması olarak tanımlanır. (bkz. http://argoscelik.blogspot.com/2012/03/narsisizm-hayatn-icinde-degerlendirme.html
). Bazı kişiler ise bu bahaneleri ego’larının şekillendiği sosyokültürel çevre, inanç
sistemleri ve ahlak anlayışı ile gerçekçilik ve akılcılık filtresinden geçirip
denetlerler. Bu kişilerde birey egonun
emrinde olsa da ego toplum bilincinin emrindedir.
Ego
bir zorunluluktur, ego bir ihtiyaçtır, ego her zaman ilgiden beslenmek ister,
ego gerçekçi olmamaya yatkındır, egodan vazgeçilmez denmektedir çoğu yerde.
Peki egodan arınmak gerekli midir ? Bence değildir. İnsanların çoğunluğu,
egolarıyla birlikte mutlu bir ömür geçirmektedirler. Egodan arınmak kendi özünü
bulmak isteyenlerin işidir; bunu inzivaya çekilen dünya ile ilişkisini kesen
çoğunluğu Uzak-doğu mistisizminde görülen örneklerle yapanlar vardır. Ama
bunlar kendileri dışında kimseye zarar
vermezler. Burada yetersiz beslenme vb gibi fizyolojik olumsuzluktan bahsediyoruz tabii ki.
Her
insan egosunu doyurmak zorundadır, bunu da farklı yollarla yapar. Başarı egonun
en büyük gıdasıdır. Ancak bunun sınırları vardır. Açlıkta doyma hissi olması
gerekir. Bu insanlar başarının ışığı ile “ışık körü” olmuş insanlardır, bu
nedenle başarısızlıklarını görmezler. Tarih Napolyon gibi, Hitler gibi
başarıya doymayan ve açlık hissi hiç kaybolmayan
egosu yüksek insanları kaydettiği gibi, Galileo ve Socrates gibi her koşulda egosu
dengede kalan insanları da kaydetmiştir.
Tabii
egosu şişmiş ancak çevresine az zarar
veren insanlar da vardır, bunlar genelde egoları şiştikçe hayat tecrübelerini
muazzam bir bilgi kaynağı olarak görürler, bir kısmı kişisel gelişim- yaşam
koçluğuna soyunurlar. “Sen neymişsin be
ego”nun başka farklı formatları da vardır, hepsinde ortak yön ekip
çalışmasını reddetmek ve “ben” i hep öncelemek, “bensiz olmaz”, “ben en iyiyim”,
“ben bilirim”, “ben yaparım”a inanmaktır.
Unutulmamalıdır
ki, egoyu algılayan da karşı tavır geliştiren de, önemsemeyen de yine egodur.
En iyisi sapkın egolardan uzak kalmak için Mevlana’nın 7 öğüdünü özümsemektir.
·
cömertlikte ve yardım etmede akarsu
gibi ol
·
şefkat ve merhamette güneş gibi ol
·
başkalarının kusurunu örtmede gece
gibi ol
·
hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
·
tevazu ve alçak gönüllülükte toprak
gibi ol
·
hoşgörürlükte deniz gibi ol
·
ya olduğun gibi görün, ya göründüğün
gibi ol
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder