Sayfalar

13 Oca 2013

EGO




Günlük konuşmalarda sıklıkla duyduğumuz tanımlar var, “egosu kabarık", "egosu şişmiş", "egosu kayıp", "egosu batsın” vs…. Bir ego’dur gidiyor, peki ama nedir bu EGO denilen şey ? Konuyu incelemek için kaynaklara baktığımda ağırlıklı olarak Freud’çu  görüşler karşıma çıktı. Tabii, konuya psikolojik/psikiyatrik bir bakış açısıyla yaklaşmak benim boyumu aşar. Sade bir hekim-vatandaş gözüyle EGO için bir deneme yazısıdır aşağıda yazılanlar.

Latince bir kelime olan EGO, “ben", "benlik", "kendilik” demektir. Freud insan bilincinin üç tabakadan oluştuğunu ileri sürer. Bunlar “İD, EGO ve SÜPEREGO”dur.  İd, ilkel ve temel isteklere ait tabakadır, cinsellik, saldırı, yeme-içme gibi ana istekler burada doyurulur. Süperego ise id’e karşı saldırgan davranan, onu dizginleyen ve genellikle çatışan tabakayı temsil eder. İşte bu iki uç arasında denge görevi gören, adeta tampon olan tabaka ise ego’dur. İd ve süperego arasında dengeyi gerçekçi olarak sağlayan unsurdur. İdin bazı isteklerine süperego’nun itirazlarını da göz önünde bulundurarak  izin veren tabakadır demek daha doğrudur. Peki ama ego gerçekçi olmayı nasıl sağlıyor ?  İnsan zeka, bilgi, irade, vicdan, dürtüler, güdüler, tutkular ve benzeri diğer fonksiyonları sentezleyip, test ederek sağlıyor sanırım, tabii ki en büyük yardımcısı hafıza oluyor.


Kısaca özetlemeye çalıştığım bu girişten sonra ego üstüne çeşitlemelerde bulunarak “sen neymişsin be ego”ya uzanalım. Ego insanda neden vardır sorusuna ben en mantıklı cevabın şu olduğunu düşünüyorum: insanın eğer dünya üzerinde onu avlayabilen ve yok edebilen, ondan daha zeki bir düşmanı olsaydı ego olmazdı, yani insan dünyada her şeyi yapabileceği kanaatinde olduğu için ego oluştu. Başka bir ifadeyle, insanoğlunun her şeyi yapabilirim düşüncesine karşı gerçekçi, akılcı bir yön olan ego ortaya çıktı. İd’in istiyorum, hemen ve mutlakadayatmasına, süperego isteyemezsin ne şimdi, ne de ileride şeklinde karşı çıkınca,  ego koşullar uygunsa veya uygun olduğunda isteğini veririm şeklinde akılcı ve pratik bir cevap verir. İşte ego bu dengeyi sağlarken bazen sapmalar gösterebilir ki; o zaman “şişmiş veya kabarık ego”, ya da “yok olasıca, batasıca ego” ortaya çıkar. Zaten biliyoruz ki, egonun kendisi değil, düşünce, duygu ve davranış tarzları şeklinde etkileri gözlemlenir.

Böyle "sapkın" durumda olan kişilerde etraflarına zarar verecek davranışlar görülür. Örneğin bu kişiler kendi değerlerini mutlak doğru ve değişmez görürler, bu değerlerine aykırı  hareket edenleri kendi kurallarıyla cezalandırmaya çalışırlar, üstelik daha önce kendi yaptığı benzer  yanlışları hatırlamazlar. Kendilerine yapılan iyilikleri ve fedakarlıkları da hiç hatırlamazlar. Vefasızlık sıradanlaşır bu kişiler için. Sık sık kanatlanırlar, ayakları yerden kesilir. Sonra tekrar yere değer, bir fasit dairedir bu eylemleri.


Peki neden her insanda olmuyor bu sapmalar ?  Egomuz, bizim için cömertçe bahaneler üretebilir, bu bahaneler bazen kişinin kendi kendisini kandırmaya yeter, bazen ciddi şekilde haklı olduğuna inandırır. Bu bahaneler bazen kin, nefret, hırs öfke gibi olumsuz duyguları ortaya çıkarır ve bu güçlü duygular kişiyi ele geçirir. İşte o zaman şişkin ve kabarık egolar ortaya çıkar, hatta daha da ileri giderek” narsisist kişilik” oluşur. Narsisizm kişinin kendisini aşırı beğenmesi, kendisine hayranlık duyması hatta uç bir yaklaşımla kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanır.      (bkz.  http://argoscelik.blogspot.com/2012/03/narsisizm-hayatn-icinde-degerlendirme.html ). Bazı kişiler ise bu bahaneleri ego’larının şekillendiği sosyokültürel çevre, inanç sistemleri ve ahlak anlayışı ile   gerçekçilik ve akılcılık filtresinden geçirip denetlerler. Bu kişilerde birey egonun emrinde olsa da ego toplum bilincinin emrindedir.

Ego bir zorunluluktur, ego bir ihtiyaçtır, ego her zaman ilgiden beslenmek ister, ego gerçekçi olmamaya yatkındır, egodan vazgeçilmez denmektedir çoğu yerde. Peki egodan arınmak gerekli midir ? Bence değildir. İnsanların çoğunluğu, egolarıyla birlikte mutlu bir ömür geçirmektedirler. Egodan arınmak kendi özünü bulmak isteyenlerin işidir; bunu inzivaya çekilen dünya ile ilişkisini kesen çoğunluğu Uzak-doğu mistisizminde görülen örneklerle yapanlar vardır. Ama bunlar kendileri dışında kimseye zarar  vermezler. Burada yetersiz beslenme vb gibi fizyolojik olumsuzluktan bahsediyoruz tabii ki.


Her insan egosunu doyurmak zorundadır, bunu da farklı yollarla yapar. Başarı egonun en büyük gıdasıdır. Ancak bunun sınırları vardır. Açlıkta doyma hissi olması gerekir. Bu insanlar başarının ışığı ile “ışık körü” olmuş insanlardır, bu nedenle başarısızlıklarını görmezler. Tarih Napolyon gibi, Hitler gibi başarıya doymayan  ve açlık hissi hiç kaybolmayan egosu yüksek insanları kaydettiği gibi, Galileo ve Socrates gibi her koşulda egosu dengede kalan insanları da kaydetmiştir.

Tabii egosu şişmiş ancak çevresine  az zarar veren insanlar da vardır, bunlar genelde egoları şiştikçe hayat tecrübelerini muazzam bir bilgi kaynağı olarak görürler, bir kısmı kişisel gelişim- yaşam koçluğuna soyunurlar. “Sen neymişsin be ego”nun başka farklı formatları da vardır, hepsinde ortak yön ekip çalışmasını reddetmek ve “ben” i hep öncelemek, “bensiz olmaz”, “ben en iyiyim”, “ben bilirim”, “ben yaparım”a  inanmaktır.

Unutulmamalıdır ki, egoyu algılayan da karşı tavır geliştiren de, önemsemeyen de yine egodur. En iyisi sapkın egolardan uzak kalmak için Mevlana’nın 7 öğüdünü özümsemektir.

·        cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol

·        şefkat ve merhamette güneş gibi ol

·        başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol

·        hiddet ve asabiyette ölü gibi ol

·        tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol

·        hoşgörürlükte deniz gibi ol

·        ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder