Sayfalar

22 Oca 2013

VEFA


Vefa bir borçluluk hissidir, sevgiyle bağlı olmadır, sevgiyi sürdürmedir, hatır bilmektir. Güvenle birliktedir, zor kazanılır ve kolay kaybedilir. Bazen tam da ona ihtiyacınız olduğu bir anda ortaya çıkar, bazen de beklersiniz gelmesini, Godo’yu bekler gibi.  Vefa değerli birisini kaybettikten sonra aklımıza gelen bir duygudur. Önemli olan insanlara yaşarken de vefa göstermektir. Ama genelde bu duygu ölümden sonra ortaya çıkıyor nedense.

Aslında vefayı hak ettiğine inanarak başkasından beklemek, istemek ayıptır, hatta hak eden birisine karşı vefa duymamaktan bile daha çok ayıptır. O zaman bu yazıyı neden yazıyorum ki , ayıp ettiğimi bile bile …  Vefa günümüzde gittikçe kaybolan insani bir duygudur, insan ilişkilerinde yoğun yaşanılması gereken bu duyguyu sadece hatırlatmak istedim, çünkü vefa göstermemek, vefasızlık çok kolaydır, unutuverirsin gider...

Vefasızlığın örneklerini siyasetten sanata, tıptan günlük yaşamda her alanda görmekteyiz. Bu konuda Semmelweiss’ın hazin öyküsünü hatırlarım her zaman.
Macar kadın-doğum uzmanı  Ignaz Philiph Semmelweiss (1818-1865).  Çalıştığı Viyana hastanesindeki doğum koğuşunda, doğum sonrası ölümlerin çokluğunu sorgular, bunların otopsilerine girer, 1847’de meslektaşı Kolletschka’nın böyle bir hastanın otopsisi sırasında elini bistüri ile kesmesinin hemen ardından yüksek ateş ve septisemiden ölmesi üzerine meslektaşına yapılan otopsiye girerek onda da doğum sonrası ölen kadınlardakinin aynı otopsi bulgularını görür. Bistürinin enfeksiyona neden olduğunu anlar. Bunun üzerine bazı kurallar koyar; hasta ziyaretlerinden önce eller sıkıca yıkanıyor, koğuşlar her gün kalsiyum klorür ile temizleniyordu. Sonuç mükemmeldi, enfeksiyon nerdeyse kalmamıştı. Semmelweis bu bulgularını Viyana’da açıklar, ancak meslektaşlarının hücumuna uğrar ve sonuçta işten çıkarılır. Budapeşte’ye  geri döner, orada da benzer uygulamalarla mükemmel sonuçlar elde eder, ve 1861’de “die aetiologie der Begriff und die Prophylaxis des Kindbettfiebers”  isimli çalışmasını yayınlar. Orada da meslektaşları tarafından dışlanır. Çalışmaları  ancak 20 yıl sonra kabul görür. Semmelweiss 47 yaşında yokluk ve yoksulluk içinde çıldırarak bir hastanede ölür. Öykümüz böyle, neyse ki  Fransız Edebiyatı’nda önemli bir isim aynı zamanda bir tıp doktoru olan Louis Ferdinand Celine, 1924 yılında tıp doktorluğu tezini  Semmelweiss” üzerine yazarak bir vefa borcunu dünya tıbbı adına ödemiştir.


Başka bir örnekten de bahsetmek istiyorum. Amerika’da Boston tıp Fakültesinde ünlü cerrah Warren’in yaptığı boyundan bir tümör çıkarılması sırasında 16 Ekim 1846’da eterin ilk kez W.T Green Morton tarafından kullanıldığı yakın zamana kadar kabul görüyordu. Ancak eteri ilk klinik kullanıma sokan kişinin Dr. Crawford Long olduğu ortaya çıkınca vefa örneği gösterilip adına anıt dikilmiş ve eteri kullandığı 30 Mart 1842 tarihi  Amerika’da  doktor günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Ülkemizde  Cemil Topuzlu Paşa’ya gösterilen vefa iyi bir örnektir, ancak aynı vefa Türk Tıbbını uluslararası tıp camiasında çok daha fazla tanıtan kendi adıyla anılan hastalığı bulan Hulusi Behçet’ten esirgenmiştir. Bu büyük bilim insanı adına kurulmuş ne bir vakıf, adı verilmiş ne bir cadde, ne bir ulusal kütüphane ne de bırakın Tıp Fakültesini bir Yüksek Okul veya Enstitü yoktur.


 
Yeri gelmişken çok sık yapılan bir yanlışı da vurgulamak gerekir. “Ahde Vefa” (Pacta Sund Servanda), aslında bir hukuk terimidir, iyi niyet ilkesine dayanan , devletlerin yaptıkları anlaşmalara riayet edecekleri düşüncesi ile ortaya çıkmış bir kuraldır. Ahd, iki tarafın sözleşmesi demektir, ahde vefa, verdiği sözü yerine getirmek olur ki sadece devletler hukukunda değil, borçlar hukukunda, İslam hukukunda da yer alan yazılı olmayan bir kuraldır. Tam karşılığı verilen sözün tutulmasıdır.  Halk arasında genel olarak yanlış kullanılmaktadır, her türlü vefa içeren duyguların ifadesinde kullanılmaktadır, oysa  sadece "vefa"  kelimesini kullanmak doğrudur. Vefasız davranış içinde olanlara hemen "ahde vefa" hatırlatılır ki, yanlıştır. Bireyler arası sosyal davranışlarda "vefa"dan bahsedilir, "ahde vefa"dan değil. 

Sokrata (MÖ 470-399) Atina’lı gençlerin ahlakını bozmak ve Atina tanrılarına inanmamak suçuyla ölüm cezası verildiğini bilirsiniz. Yetmiş yaşındaki filozof cezasının yerine getirilmesi için götürülürken karısı arkasından bağırır. “ sana haksızlık ettiler”. Sokrat karısına döner : “sus öyle söyleme ya haklı olsalardı ?” Nereden mi hatırıma geldi bu anekdot ? Bilmem ! Öylesine işte….
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder