Sözlüklerde hoşgörmek her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiğince kabullenmek,
müsamaha göstermek, toleranslı davranmak olarak tanımlanır. Latince tam
karşılığı “tolerantia” olan hoşgörü güzel bakmaktır olaya, bardağın dolu tarafını
görmektir. Hoşgörüde bağışlama, unutma, alçak gönüllülük ve dünyayı daha iyi
hale getirecek yolları araştırma arzusu vardır. “Müsamaha” kelimesi tam olarak karşılamıyor hoşgörüyü
aslında, çünkü müsamaha kelimesinde
biraz kendini ayrı bir yere koyma, hatta biraz da yüksek bir yere koyma gibi
bir anlam vardır. Hoşgörü farklılıkların birbirimize düşman olmamızı
gerektirdiğini düşünmeden hayata güzel gözlerle bakabilmektir. Yenenin yenilene, güçlünün güçsüze, büyüğün
küçüğe tahammülüdür.
Hoşgörülü olmak sadece etrafındaki insanlara
karsı gösterilen bir şey değildir, hoşgörülü olmak insanın zaman zaman
kendisine de göstermesi gereken bir davranış biçimidir. Bir şeyi hoşgörmek
aslında o şeye var olma hakkı tanımak ve saymaktır, bunu kendimize de
yapmalıyız. Hoşgörü sınırları dar olan, gelişmeye ve değişmeye kapalı ve içe dönük
insanlar genellikle farklılıkları kabullenmek istemezler. Bu nedenle iletişim
kurmakta ve ilişkilerini sağlıklı bir şekilde sürdürmekte zorlanırlar. Farklı
kişilerle ilişkiyi sağlıklı ve sürekli kılmanın ön koşulu hoşgörüdür,
anlayıştır.
Ancak hoşgörmek olumsuzluklara, cahilliğe, kötülüğe, baskıya,
insan onuruna aykırı davranışlara göz yummak değildir. Sokak ortasında yere
tüküren insanı, kaldırıma parkeden sürücüyü, tüm trafik kurallarını altüst edip
karşısındakini tehlikeye atan şoförü, telefon açıp kendisini tanıtmadan “kiminle görüşüyorum” diye soranları,
kuyrukta beklerken en öne sızmayı çalışanları hoşgörmek kabul edilebilr mi? Bu
kabulleniş kendimize, belki de onlara yapılan bir kötülüktür bence.
Hoşgörü iyi insanların silahı da olabilir
kalkanı da. Aynı kişiye sürekli aynı hoşgörüyü göstermek zararlıdır, suistimale izin verilmiş olunur. Hoşgörmek
demek bazen “bana ne, boş ver, aldırma” gibi çağrışımlar da yapıyor. Halbuki hiç bir
olayı sorun yok sayarak çözüme ulaştıramayız.
Hoşgörü sadece bireyleri değil toplumları da birbirine bağlayan en önemli
unsurlardandır. Hoşgörü, bizden farklı olanları kabullenmeyi, farklılıklardan
doğan zenginliği fark etmemizi sağlar. Hoşgörü farklı açılardan hayata
bakmamıza, yanlış algılamalarımızı da düzeltmemize neden olur. Empati
yapmamızı, monologdan diyaloga doğru yönlenmemize neden olur.
Horgörmek ise sözlüklerde şöyle tanımlanır: küçümsemek,
değersiz görmek, aşağılamak, bir kimseye değersiz gözle bakmak. Horgörmenin
özünde saygı ve sevgi eksikliği vardır. Horgörülü
olmak, iyi ya da kötü olarak niteleyebileceğimiz bir olgunun varlığını objektif
olarak kabul etmemek, üzerinde düşünmemek, buna karşın yargılayıcı olmak demektir. Hataları için
insanları ya da hatalarımız için kendimizi suçlamak, anlamaya çalışmamak,
dinlemeyi bilmemek horgörmenin bir farklı şekilleridir.
Montaigne ünlü “Denemeler”inde
şöyle der: “ yaşamımızı horgörmek de gülünç bir düşüncedir aslında; çünkü yaşam
bizim varımız yoğumuz, her şeyimizdir.
Daha soylu, daha zengin bir varlığı olan şeyler bizimkini kötüleyebilir; ama
bizim kendimizi horgörüp hiçe saymamız
doğaya aykırıdır; başka hiçbir yaratıkta görülmeyen özel bir hastalıktır
kendinden nefret etmek, yüz çevirmektir”.
Horgören insan kısa süreli mutlu olsa da uzun
vadede çevresini kaybeder ve yalnız kalır, mutsuz olur. Horgörülü olmanın en
büyük zararı; bizimle her anlamda zıt dahi olsalar, sevmeyeceğimizi ya da
anlaşamayacağımızı düşündüğümüz insanlara, bize kendilerini açıkça tanıtabilme fırsatı
vermemektir. Son yıllarda popüler olan “güçsüz
hoşgörür, güçlü horgörür, bu durumda horgörmek, güçlülere mahsus bir davranıştır”
düşüncesine katılmak mümkün değildir. Horgörmeyi alışkanlık haline getirenleri
zayıf kişilik karakteri olan insanlar olarak değerlendiririm ben.
gelin tanış olalım
işi kolay kılalım
sevelim sevilelim
dünya kimseye kalmaz
(Yunus
Emre)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder