Sayfalar

23 Oca 2013

Hayata Tutunmak ya da Hayattan Kaymak


Hayata tutunmak, hayata yeniden başlamak, hayatı ıskalamak, hayattan kaymak, hayata çalım atmak, hayatı ciddiye almak, hayatla dalga geçmek…. İnsanlar hayata dair farklı  refleksler geliştirmişlerdir. Yaşadıkları duygular veya karşılaştıkları olaylar doğrultusunda yukarıda adı konmuş durumlardan bir tanesini seçerler veya seçmek zorunda kalırlar.
17 Ağustos 1999  Marmara depreminden sonra televizyonlarda izlediğim bir manzara gözümün önünden gitmiyor. Genç bir adam enkaz üstünde oturmuş sürekli “ben şimdi hayata neresinden başlayacağım” diyordu. Bu genç adam eşini, çocuklarını , belki de başka yakınlarını, evini, malını, mülkünü, işini o sayılı saniyelerde kaybetmiş,  hayata tutunmaya çalışıyordu. Hayata nereden başlayacağını çaresizce de olsa sorguluyordu.  O adam zoru seçmişti, kolaya kaçmamış, hayattan kayıp gitmek yerine  ona tutunmayı yeğlemişti. Deprem felaketinde çok sayıda aile parçalandı,  insanlar sevdiklerini enkazın altında yitirdi.  Azimleri ve yaşama olan bağlılıklarını kaybetmeyişleri onların hayata tutunmalarını sağladı.
Oysa yaşamın bir başka sahnesinde binlerce insan, çeşitli ruhsal sıkıntılarla boğuşuyor. Ya hayatlarında  yerine birşey koyamadıkları koskocaman “hiçlik”ten bunalıyorlar,  yahut da bir türlü olmak istedikleri yerlere, varmak istedikleri hedeflere, yakalamak istedikleri kişilik özelliklerine ulaşamadıkları ve ulaşamayacakları hissiyle dolu olarak, hayattan usulca kayıp gidiyorlar.

Sosyal yaşama uyum, eş ve iş ilişkileri, aşk ilişkileri, statü endişesi,  işyerindeki acımasız rekabet, siyasi veya ahlaki  fikir ayrılıkları, sevdiklerimizi kaybetme, dostlukların dönüşümsüz sonlanması,  kaybedilen-kazanılan değerler arasındaki uçurum, toplumun yargılarıyla bireysel yargıların  çatışması ve daha birçok  neden… Bunların hemen hemen hepsi birer  yüktür insana. Herbiri  başlıbaşına birer travmadır.
Bu yüklere, travmalara karşı dirençli olmayı, ayakta durmayı ve hayatta kalmayı denemek zorundayız.  Buna hayata tutunmak diyoruz. Aksi  ise teslim olmak, direnmemektir ki, buna da hayattan kaymak diyoruz. Hayattan kaymak ona tutunmaktan çok daha kolaydır, bırakıverirsiniz  sadece… Belki itile-kakıla hayatı iyice öğrendik, belki güven duygumuzu kaybettik  ya da kaybetmeyi çok erken öğrendik. Budur hayattan kayıp gitmenin bir nedeni belki de.
Aslında hayata başlarken eşit başlanmıyor, hayat yarışında aynı çizgiden yarışa girilmiyor. Bedenen sağlam olanlar fiziksel engeli olanlara, varlıklılar yoksullara, kolejde okuyup yabancı dil öğrenenler tek derslikte veya taşımalı  eğitim görenlere, sanayi ve kültürel olarak gelişmiş bölgelerde doğanlar geri kalmış bölgede doğanlara göre yarışa hep bir adım önde başlamaktadırlar, ama yarışı her zaman önde başlayanlar kazanmıyor ki !!!
Hayatımızın merkezine sürekli başkalarının onayını,  güvenini, sevgisini ya da beğenisini kazanmayı koyduğumuz zaman bunların bir nebze eksilmesi halinde kolaylıkla mutsuz olacağımızı görmemiz gerekir. Karamsarlıktan sıyrılıp pozitif bir enerji duyacak bir uğraş, bir hobi  bulmalıyız. Bu yeri gelince bir sanat dalı olabilir, bir spor uğraşı olabilir, güç kuvvet de isteyebilir, beceri de. Ama hepsinden önce yüreğinizle yapmanız gerekiyor bu işi. Çünkü akıl ne derse desin, yürek istemedi mi, çok zordur  başarılı olmak. Yüreğinizi güçlü kılan ise özgüvendir.
Özgüvenimiz olmadığında gerekli beceriye ve deneyime sahip olduğumuzu bilsek dahi, önceden hiç yapmadığımız bir işle karşılaştığımızda endişe duyarız, özellikle karar vermede zorlanırız. Özgüven değişkendir, bazen kendimizi daha güvenli ve güçlü, bazen de zayıf ve güvensiz hissederiz. Eğer huzurlu ve güvenli  bir yaşam sürmek yaşamınızda bir öncelikse sadece becerili ve yetenekli olmanız yetmez, bu yeteneklerinize sahip çıkmanız, becerilerinizi sergilemeniz de  gereklidir. Özgüveni artırmanın bir yolu da, yaşamdaki başarılarımızı hatırlamaktır.
Uzun sayılabilecek mesleki yaşamımın son yıllarında genç doktorların gittikçe yükselen bir grafik tablosu içinde mutsuz olduklarını, bunların azımsanmayacak bir kısmının ise umutsuz oldukların gözlemlemekteyim. Bu meslektaşlarım hayata tutunmakta zorlanıyorlar. Geçim sıkıntıları, meslekte bekledikleri saygın ortamı bulamama, nitelikli bir tıp eğitimi gör(e)memenin ezici baskısı, yaz-boz tahtasına dönüşen zorunlu hizmet, gece değişip sabah uygulamaya konulan genelgeler, siyasi kararlar karşısında yorgun düşüş, yetkililerin hekim karşıtlığı söylemleriyle artan fiziksel saldırılar, uzmanlaşmadaki çarpıklıklar ve bunlar gibi onlarca neden sayabiliriz bu olumsuz gidişe neden olan.  Bu genç hekimleri hayata asılmamakla suçlamak biraz haksızlık değil mi? Bir tarafta “bıçak-yatış parası” gerçeğine objektif ve tarafsız yaklaşmaktan çekinen mesleki korumacılık, diğer tarafta sözüm ona “bıçak parasını önleme projesi” ile ortaya çıkan ancak bu projeyi  vulgar bir söylemle hekim düşmanlığına dönüştüren bir anlayış  tabak  gibi gözümüzün önünde duruyorken bu genç doktorlar hayata asılmayı ne derecede isteyebilirler ki ?

Zaman zaman çok umutsuzluğa kapıldığımız, bir işten, bir eşten,  hatta yaşamdan bunaldığımız anlar olur ve bir çıkış ararız. Sıkıntılarla baş edemeyeceğimizi düşündüğünüzde, çaresizlik içinde kıvrandığınızda, sığınacak bir liman aradığınızda  Andre Gide’in sözünü hatırlayın,  "açılmamış kanatların büyüklüğü bilinmez!  Siz de açın kanatlarınızı, görün onların büyüklüğünü, çırpın onları yavaş yavaş, havalanın gökyüzüne, ruhunuzun özgürlüklerini götürün güzelliklere ve umuda, tutunun hayata, hem de sıkı sıkı.
Nazım Hikmet’in söylediği gibi ;                                                                                               

   Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin,
                 hem de öyle çocuklarına filan kalır diye değil,
                                    ölmekten korktuğun halde ölüme
                                               inanmadığın için,
                 yaşamak, yani ağır bastığından.                                                                                                             

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder