Babam kırdı beni
ilkönce babam,
Dosttan gördüm kahrın daniskasını.
Nankör çıktı iyilik ettiğim adam,
Sevdiğim kız da savdı sırasını.
Dosttan gördüm kahrın daniskasını.
Nankör çıktı iyilik ettiğim adam,
Sevdiğim kız da savdı sırasını.
Cahit Sıtkı
Tarancı’nın “Gariplik” isimli şiiri
yukarıdaki masum şikayet mısraları ile
başlar. Şairin şiirine ilham olan “nankörlük” ne ola ki? Sonradan edinilen bir huy mu, yoksa genetik
geçişli, kalıtsal bir olumsuzluk, hatta hastalık mı?
Tanımıyla
başlayalım nankörlüğün otopsisine. Kelimenin Farsça kökenli olup “nan” ekmek,
nimet, iyilik, ile “kur” yani görmeyen anlamındaki kelimelerden oluşarak, “nân-kur”, iyiliği
görmeyen anlamına geldiği görüşü vardır. Ayrıca Fransızca” non-coeur” kalpsiz anlamına geldiğine dair pek taraftar bulmayan bir
başka görüş de vardır. Kökeni ne olursa
olsun nankör “gördüğü iyiliği unutan”, halk
deyimiyle “tuz, ekmek hakkı bilmeyen” demektir.
Nankörlükte
zıddiyet, karşıtlık şarttır gibi görülmektedir, örneğin patrona göre işçi,
işçiye göre patron nankördür, terk eden sevgili terk edilene göre nankördür,
amir memura, memur amire karşı nankördür. Aslında pek de doğru değildir bu
karşıtlık tezi. Aynı konumda, aynı şartlardaki insanlar arasında da nankörlük olabilmektedir.
Temel mesele zıtlık değil, çıkar çatışması veya çıkar birliğinin bozulmasıdır
bana göre. “Sevgililer arasında ne çıkarı
olabilir ki?” diye itiraz ederseniz
sevgi ve aşkın da bir çıkar ortaklığı, iki tarafa da kazandıran bir duygu
ortaklığı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Koşulsuz sevgi diye bir kavram edebiyat
kitaplarında, düşlerde vardır ancak. Aynı şekilde milletvekili ile partisi,
vatandaş ile hükümeti ve devleti arasında da menfaat birliği vardır. Bu birlik
bozulduğu zaman karşılıklı nankörlük iddiaları söz konusu olur, olmaktadır da
nitekim.
Belki de acımasızca olacak ama “yaptığı iyiliğin en azından takdir edilmesini
bekleyen saf kişilerin karşılaştığı bir durumdur” nankörlük. Daha net bir
yaklaşımla, “sen de mi Brütüs? “ dedirten olaydır
nankörlük. Nankörlüğün
en yakın arkadaşları vefasızlık ve bencilliktir. "Yapılan iyiliği asla unutmayıp, yaptığınız iyiliği unutun”
diye bir söz vardır ya , nankörlükle
karşılaşma haline karşı bir teselli sözüdür bence.
Gerek tarihte yaşanan olaylara gerekse altmış yıla yaklaşan yaşam tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim. Nankörlük insanın yaradılışında vardır tezini doğrulayacak hiçbir kanıt yoktur, tam tersine nankörlük belirli konumlara gelince, belirli kazanımlar elde edilince, çıkar birlikteliklerini sonlandırma gereği hissedilince yapılmaktadır, yani zaman ve mekana bağlı olarak ortaya çıkmaktadır, statülerin beslediği sonradan kazanılan bir huy, hatta hastalıktır. Doğuştan değildir, kalıtsal değildir, bu nedenle nankör insanların ana-babaları, ataları töhmet altında tutulmamalıdır.
Gerek tarihte yaşanan olaylara gerekse altmış yıla yaklaşan yaşam tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim. Nankörlük insanın yaradılışında vardır tezini doğrulayacak hiçbir kanıt yoktur, tam tersine nankörlük belirli konumlara gelince, belirli kazanımlar elde edilince, çıkar birlikteliklerini sonlandırma gereği hissedilince yapılmaktadır, yani zaman ve mekana bağlı olarak ortaya çıkmaktadır, statülerin beslediği sonradan kazanılan bir huy, hatta hastalıktır. Doğuştan değildir, kalıtsal değildir, bu nedenle nankör insanların ana-babaları, ataları töhmet altında tutulmamalıdır.
Kuran’da yirmi kadar surede
nankörlük geçer örneğin; Âdiyât
Sûresi - 6. âyet :
“Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür”, Bakara Sûresi -152. âyet:
“O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin”. Kuran’daki nankörlük kavramı tanrıya karşı özünü kaybeden, imanı içine tam olarak sindiremeyen insanlar için ifade edilmektedir. Kuran’ı referans alanlar bu kavramı bu şekilde kısıtlı kalarak değil, evrensel değerlerle de bağlantı kurarak yorumlamalıdırlar.
“Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür”, Bakara Sûresi -152. âyet:
“O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin”. Kuran’daki nankörlük kavramı tanrıya karşı özünü kaybeden, imanı içine tam olarak sindiremeyen insanlar için ifade edilmektedir. Kuran’ı referans alanlar bu kavramı bu şekilde kısıtlı kalarak değil, evrensel değerlerle de bağlantı kurarak yorumlamalıdırlar.
Nankörlükle ilgili bazı güzel
tanımlar;
·
Nankör
bir evlada sahip olmak, yılan dişinden daha acı verir. (W.Shakespeare)
·
Nankörlük,
zayıf insanların işidir. Kudretli insanlar içinde asla nankör olana
rastlamadım. (W.Goethe)
·
Nankörlük,
kusurların en büyüğüdür ve eğer insanlar unutkan olmasalardı, hiçbir nankör
olmazdı. (W.Goethe)
·
İnsanlara
kendilerini nankörlüğe mecbur edecek kadar büyük hizmetlerde bulunmayınız. (H.Balzac)
·
Nankör
insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen kimsedir.
(Oscar Wilde)
Nankörlükten arınmanın, ona karşı
savaşmanın en sağlıklı yolu, sanırım büyütmeye ve şişirmeye doyamadığımız “egomuzu”
törpülemek, kontrol altına almaktan geçer. Diyeceksiniz ki nerden çıkardın bu
sevimsiz konuyu şimdi ? Yapılan iyilikler, dostluklar, özveriler bir kalemde
silinip hiçe sayıldığında, ister istemez nankörlük sorgulanıyor! “Asıl körlük nankörlüktür " diyor Hacı Bektaş-ı Veli. Ne güzel bir söz…
Yazımızı gülümseyerek
noktalayalım: “adam bir arkadaşını yanında işe alıyor, bir kaç yıl sonra da
arkadaşı buna büyük bir kazık atıyor, zavallı adam arkadaşının böyle bir şey yapmasına
inanamadığını, bu nankörlük ile hayatının alt üst olduğunu söyleyerek doktora
gidiyor. Psikiyatr’ın adama verdiği cevap şöyle; “bir de tanrıyı düşünsene !!!”
Jean-Baptiste Greuze
(1725-1805) ,The Punishment Of Filial Ingratitude (nankör evladın cezası)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder