Soğuk bir
sonbahar sabahı, Amsterdam, inceden bir yağmur çiseliyor, soğuk alnınıza
alnınıza vuruyor, Rembrant Meydanı’ndan yürüyoruz Leidens Meydanı’na doğru. Bir
kafede soluklanıyoruz, sıcak bir kahve ile içimizi ısıtmak için. Benim derdim
içimi ısıtmak değil, yanımda soğuğu benden alıp götüren çevremi sıcacık
yapan yavrum var, üç kuzumdan biri,
gururum, yaşama sevincim, yakışıklı oğlum.
Kahvemizi
söyledik, gelen geçene bakıyoruz, yüzlerce insan, yüzlerce farklı yüz. Telaşlı,
düşünceli, somurtkan, endişeli, güler yüzlü, rahat, tedirgin … Yanındaki
arkadaşına gönderdiği kaçamak öpücüğü yakalıyorsunuz önünüzden geçen çiftin, biraz yapmacık mı ne ? Bunların arasındaki
sevgi de yapmacık olabilir mi? Belki de sahte ? Tabii ya, sevginin sahtesi olur
derler büyüklerimiz ama nefretin asla… Arkadan gelen adamın yüz ifadesi nefret
dolu, ama gerçekten öyle, zaten nefretin
sahtesi olmaz dedik ya ! İşine veya
eşine, ya yöneticilerine, ya da yönetemeyenleredir nefreti kim bilir ?
Uzunca bir
genç kız geliyor, cıvıl cıvıl, kır çiçeği gibi, yüzünde duru bir güzellik,
içten bir ciddiyetle yürüyor, başı hafif öne eğik… Oğlumla göz göze geliyoruz.
Sanırım duygularımız bir noktada birleşiyor, beğeni ! Sonra ani bir kaçışla
gözlerimizi başka yöne çeviriyoruz, ben böyle bir gelinim olabilir mi diye
düşünmüştüm, itiraf edeyim, oğlum da bir eş düşledi mi acaba ?
Zamana
paralel olarak insanlar akıp gidiyorlar, kahvemizi içmeye devam ediyoruz. Yetmişlerinde
bir kadın bisikletini o kadar ustaca sürüyor ki, hayatıma sporu sokamamamın
dayanılmaz ezikliğini hissediyorum bu sportmen hanımın ardından, gıptayla. Oğluma köpeğiyle yürüyen hanımı gösteriyorum
ne kadar mağrur, köpeğinden olsa gerek, bir French Buldog, tek gözünün çevresi kapkara,
vücudu kar beyazı. Oğlum bizimkini soruyor hemen, 9.5 yaşına gelen bebeğimizi,
adı Argos, hani mitolojide 100 gözlü köpek var ya, gözlerinden sadece birisi
gören bekçi köpeğinin adı*. Argos, asil bir
köpek, seceresinde annesi Michelle,
babası ise Arthur görülüyor, Belçika Golden Rettriever’ı. Kapıda gelişimi bekleyen,
benim diyen eşlere taş çıkartırcasına sarıp kucaklayan, insanlara inat
sevgisini saklamayan, duygularını ele veren kuyruğuyla altın renkli can dostum,
çocuklarımın ve benim arkadaşımız.
Uykum da yok
ama esniyorum, gerginlikten mi yorgunluktan mı ? Kahvemiz bitti, oğlum bir daha ne zaman
geleceğimi sordu, bense kafamda dönüşte boğuşacağım sorunları sıralamaya
çalışıyorum, kafamda kırk tilki, eskiden kırkının kuyruğu birbirine değmezdi,
şimdi kuyruklar birbirine takılıyor, yaşlandık , belli oluyor. “En kısa zamanda” diyorum ama söylediğime
sanırım ben de inanmamışım ki, “tamam tamam seneye” diyorum ara
vermeksizin.
Masayı
geride bırakıyoruz, kol kola girdik yürüyoruz. Hayat devam ediyor, insanlar
akmaya, zaman ilerlemeye, aslında devam eden dünya telaşı, neyse beni bekleyen
iki oğlum, diğer kuzularım var İstanbul’da, gitme zamanı. Show must go on….
* bu yazı Kasım 2009'da yazıldı
Yazılarınız keyifle okunuyorlar. Bence yukarıdaki "tepkiler" kısmına "keyifli" seçeneğini de ekleyebilirsiniz.
YanıtlaSilteşekkürler Sn Başak Gülsoy, önerinizi deneyeceğim, 5 şık oluyor mu bilmem ?
Silkaynaklarınızı öğrenebilirmiyiz ? Bir araştırma ödevimiz için gerekli .
YanıtlaSilkaynaklarım kendi düşünce ve duygularım, başka ne olabilir ki ?
Sil