Çocukların güçsüz,
sessiz ve savunmasız bir grup olmaları,
onları yazılı tarihten dışlamıştır. Buna karşın sanat tarihinde
ilkçağlardan itibaren çocuklar yer almışlardır. Resim, heykel gibi görsel sanatlarda “çocuk”, belirli temalarda
yoğunlaşmış olarak sıklıkla yer almaktadır.
Medeniyetler beşiği Anadolu’da, Çatalhöyük’te bulunan, doğum yapan
bereket tanrıçasının bacakları arasında
doğan çocuk görülmektedir (MÖ. 6500-5700). Belki de tarihteki doğumu betimleyen ilk sanat eseri olarak “Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi”nde
sergilenmektedir bu eser. Aynı müzede “emziren
kadın” figüründe annenin kucağında bebek yer almaktadır. Günümüzden 6 bin
yıl önce eski Tunç çağında yapılan ve yerli
halk Hattiler’e ait tunçtan yapılan bu eser Horoztepe kazılarında bulunmuştur.
Çocuğun gerçeklik içinde, çocukluğuyla birlikte canlandırılmasına
en eski ve ilk olarak Eski Mısır’da rastlanır. Yalnız firavunlar değil, orta
sınıf memurların bile heykellerinde eşlerini ve çocuklarını yanlarında
görmekteyiz. Bir Mısır papirüsünde çok anlamlı bir söz vardır: “hiçbir şey anne sütünden daha meşru değildir”
Burada daha tatlı, daha faydalı, daha güzel denmemiş daha “meşru” denmiştir. Anne sütü bundan daha güzel tanımlanamaz
herhalde. Anne tarihin her döneminde çocuk için ilk öğretmendir, yol göstericidir,
koruyucudur. Heykel ve resimlerde çocuk anne ile resmedilir, baba fügürü yok
denilecek kadar azdır oysa.
Antik Anadolu ve Grek uygarlıklarında çocuk doğumdan hemen sonra
soğuk su ile yıkanır, yaşama gücü sınanırdı. Yaşama gücü olmayanlar
bırakılırdı. Erkek çocuk doğmuşsa evin kapısı üzerine zeytin dalı, kız çocuğu
doğmuşsa dokuma parçası asılırdı. Günümüzde Balıkesir yöresinde ikramlarda
bebeğin cinsiyetine göre ayrım yapıldığını, kız çocuklarda şeker, erkek
çocuklarda lokum verildiğini görmekteyiz.
X.yy’da sanatçılar çocuğu ancak minyatür bir yetişkin olarak
görüntülemişlerdir. Büyüyüp te küçülmüş çocukların resimleri XVI. yy’a kadar sürmüştür. Bu dönemde Orta Avrupa’da çocukluğun "çabucak biten ve çabucak
unutulan" bir geçiş dönemi olduğu benimsenmişti. Çocuk ölümlerinin ve buna
paralel olarak doğumların yüksek olduğu bu dönemde insanlar çocuğa sanki “olası bir kayıp” gözüyle
bakmakta bu nedenle bağlılık geliştirmemekteydi. Ortaçağda bugün bildiğimiz
anlamda çocukluğun olmadığı net olarak görülüyor. Yetişkinlerin dilinde çocuğu
tanımlayacak ayrı sözcükler bile yoktur bu dönemde, çocuklara ait de olsa herşeye erişkinler için kullanılan tanımlar kullanılır. Yine bu dönemde çocuğun 7 yaşına gelmesine kadar süren
bir bebeklik dönemi olduğu görülüyor, bu yaştan itibaren keskin bir şekilde
yetişkinlerin dünyasına giriyor çocuk. Bu bebeklik çağında da çocukların kendilerine
özgü giysileri, oyunları, oyuncakları yok. Çocuklar yetişkinlerin bütün
etkinliklerini, giysilerini, oyunlarını ve eğlencelerini paylaşıyorlardı. Söylediğim gibi minyatür yetişkinler....
O dönemde cadıların sadece erkek çocuklarını
kaçırmasından korkulduğu için cadı, kız giysisini görüp de yanılsın, erkek
çocuklar kaçırılmasın diye, 7 yaşına
gelene kadar hem kız hem de erkek çocuklar aynı biçimde erişkinlere benzer
etekler, elbiseler giyerdi, bu nedenle o dönem yapılmış resimlerde tüm çocuklar
kız elbiseleriyle görülürdü. Saraydaki soylu çocuklar bu önlemde ön sıralardaydı.
İlk kez XIV. yy’da dinsel temalı ikonalarda Meryem Ana ile "bebek
İsa" görülmeye başladı. En çok resmedilen çocuk resmi “çocuk isa”dır. Bez, tahta,
kağıt, mermer, altın vb. her şey üzerine resmedilmiştir İsa, ve ilginçtir hiç biri bir diğerine
benzemez. Özellikle Giotto’nun "Maesta Madonna"sındaki bebek İsa’sı seçilmiş olmaktan adeta bıkan, yaşlı,
görmüş-geçirmiş, yaşayacaklarını yüzüne taşımış bir ifade taşımasıyla çok
farklıdır,büyüyüp te küçülmüş İsa gibidir (1310-Floransa).
Çocukluk anlayışında önemli bir değişim XVI. ve XVII. yy’larda
ortaya çıktı. Özellikle aydınlanma çağında insanoğlu “çocukluğu” keşfetti. ASLINDA ÇOCUK HEP VARDI, AMA ÇOCUKLUK
YENİYDİ. Çocuğun bu döneme kadar
önemsenmediğinin en önemli kanıtı, MÖ V. yy da yapılan ünlü “dişi kurt” bronz heykeline "Romus ve
Romulus" isimli ikiz çocukların meme emerken eklenmesinin, heykelin yapımından 2 bin yıl sonra yani XVI. yy’da yapılmış olmasıdır diye düşünüyorum, çünkü Roma’nın kuruluş efsanesi hep vardı, ama çocukluk kavramı yoktu !
Kundak doğu kültürünün bir ürünü kabul edilse de Vatikan
Müzesi’nde bulunan ve X. yy. yapımı
fildişi kitap kapağında bebek İsa kundakta gösterilmiştir. Kundak hem
çocukların çok fazla hareket etmelerini hem de bazı vücut anomalilerini önlemek
amacıyla 4 yaşına kadar kullanılmaktaydı, günde iki kez değiştirilirdi.
1419’da Floransa’da kurulan ilk çocuk hastanesi “Ospedale Degli Innocenti”nin dış cephesini kundaklanmış bebekler
süslemektedir. Bu heykellerin sanatçısı Anrea della Robbia’dır.
Anadolu’da doğacak bebeğin çamaşırlarının babanın eski iç
gömleğinden ve donundan hazırlanması bir gelenektir. Bebek doğar doğmaz tenine
bu çamaşırlar giydirilir ve şöyle denir “ana
kokusunu bilir, baba kokusunu da alsın, tanısın, sevsin”. Çocuğu yaşamayan analar
ise bebeği yaşasın diye ona 7 ayrı parçadan dikilmiş giysiler dikerler, ancak
her bir parçanın alındığı evden “ yakın zamanda ölü çıkmamış olması, evde Mehmet
veya Muhammed adında birinin olması ve evin hem kızının hem de oğlunun olması”na dikkat edilir.
Flaman ressam Bruegel 1500’lü yıllarda Flaman çocuklara
bugünün çocuklarının bilmediği bir çok oyunu oynatmaktadır. Brugel’in “Çocuk Oyunları” resmi çocukluk için
başlı başına bir anıt eserdir (bkz.http://argoscelik.blogspot.nl/2012/01/cocuk-oyunlar-bir-bilmece-mi.html).
Adrian Van Ostade (1610-1685) “öğretmen” adlı tablosunda geleneksel öğrenci yetiştirme yöntemlerinden birini resmetmiş. Öğretmen öğrencinin kafasına tokmakla vuruyor, üstelik bu öğrencinin şapkasını da arkadaşına tutturuyor. Ne eğitim ama…. Çocuk kavramını resimlerde en çok kullanan ressam Flaman Pieter de Hoach’tur (1629-1684). Resimlerinde hep tek bir çocuk yer almış olup mutlu olarak resmedilmiştir. İlginç bir not, onbir çocuğu olan Hollanda Delft’li ünlü ressam Vermeer, tek bir tane dahi çocuk resim yapmamıştır. İnci küpeli kız ise çocukluğu geride bırakmış, erişkin yaştadır.
Adrian Van Ostade (1610-1685) “öğretmen” adlı tablosunda geleneksel öğrenci yetiştirme yöntemlerinden birini resmetmiş. Öğretmen öğrencinin kafasına tokmakla vuruyor, üstelik bu öğrencinin şapkasını da arkadaşına tutturuyor. Ne eğitim ama…. Çocuk kavramını resimlerde en çok kullanan ressam Flaman Pieter de Hoach’tur (1629-1684). Resimlerinde hep tek bir çocuk yer almış olup mutlu olarak resmedilmiştir. İlginç bir not, onbir çocuğu olan Hollanda Delft’li ünlü ressam Vermeer, tek bir tane dahi çocuk resim yapmamıştır. İnci küpeli kız ise çocukluğu geride bırakmış, erişkin yaştadır.
Çocuk resimleri içinde beni etkileyen bir tablodan bahsedeceğim.
Ünlü kübist ressam Pablo Picasso (1881-1973) tarafından yapılmış
olan “Bilim ve Hayırseverlik” (1897) adlı
tablodan. Ressamın erken dönem çalışmalarından birisidir, 17 yaşındayken yapmıştır, ancak
bu resimden 10 yıl sonra hepimizin bildiği kendi sanatını (kübizm) oluşturmaya başlamıştır. Resimdeki
doktor, ressamın babasıdır. Kendisini resim konusunda hep cesaretlendiren babasını, işin ehli ve bilgili bir doktor olarak
çizmiştir. Hasta kimdir
bilinmemektedir. Ancak çocuk resimde model olarak kullanılmak üzere bir dilenciden ödünç olarak alınmıştır. Keza
rahibenin elbisesi de ödünç alınmıştır.
Rahibe su içmeyi önerirken bebeğin
bakımını da üstlenmiş görünmektedir. Bu resim şu anda Barcelona'da Picasso
müzesinde sergilenmektedir.
Domenico Ghirlandio XV.yy’da
yaptığı “Dede ve Torun” isimli resminde yaşlılık-gençlik zıtlığını
vurgulamıştır. Ancak masumiyet konusunda yarışmaktadırlar sanki. Hollanda’lı ressam Gabriel Metsu’nun “Hasta Çocuk”tablosu ise hasta çocuğun ruh halini inanılmaz güzel yansıtmaktadır (1650). Çocuk hasta olmaktan çok hastayı oynayan, mızmız ve kaprisli bir çocuk görünümündedir. Bir diğer beni etkileyen resim Sir Luke Fildes'in “Doktor” isimli tablosudur (1891).
Yıllar önce oğlu Philip’i kaybetmenin sorumluluğunu duyduğunu
hissettirmektedir ressam ve resimde ayakta durmaktadır. Uzun bir gece sonunda
ateşli bir hastalıktan Christmas sabahı
oğlunu kaybetmiştir. Fildes, hasta başında sabahlayan doktora bir minnet
ifadesi olarak bu resmi yapmıştır. Polifarmasi öncesini anlatan bu resimde
doktorun tetikte ve ihtimamla hastaya bakışı gerçekten etkileyicidir. Tıp eğitiminde kullanılması gereken bir resimdir bence.
Neşe Erdok’un resimlerinde günlük yaşam içinde çocuklar vardır.
Özellikle İstanbul’un itiş kakışında, vapurda, otobüste, şehrin dişlileri
arasında ufalanan çocuklar karşımıza çıkar. Bitkin yorgun ve uyuklayan
çocuklar. Neşet Günal’ın resimlerinde ise
kalabalığın içinde yapayalnız çocuklar, gamlı, ürkek, kırılgan, pırtık
giysileri içinde kaybolmuş, yüzlerinden ve bakışlarından analarından,
babalarından devraldıkları karşılıksız soruları taşırlar.
Ünlü İspanyol ressam Botero 1975 yılında 4 yaşındaki oğlu Pedro'yu bir trafik kazasında kaybetmiş. Genelde resimlerinde insanları ve hatta nesneleri yuvarlak ve tabiri caizse şişman resmetmesiyle tanınıyor. Yalnız burada bana ilginç gelen, genelde yaygın kanının aksine şişman insanlarının alışıldığı üzere neşeli (yani piknik )özellikte değil, aksine mutsuz ve asık suratlı oluşları. Kendimce bu durumu erken yaşta yitirdiği oğluyla başlamış bir depresyonun kanıtı olarak değerlendirmiştim...(Dr Mehlika Pınar Gürpınar'ın katkısı)
Çocuk düş kurma ihtiyacı duyar, hayalini hep çalıştırmasını
arzular, bu nedenle masal dinlemek ister. Masallar düş kurmaya yardımcı olurlar
çünkü. Masalları yaratanlar gönüllerindekini
anlatırlar, zayıflara, haksızlığa
uğrayanlara, iyi yüreklilere, güzel olan her şeye ve herkese olumlu roller biçerler. Parmak çocuk, külkedisi,
keloğlan masalları gibi hemen her
çocuğun bildiği masallar anonimdir, yazarı yoktur, halkın kolektif olarak
yarattığı masallardır. Edebiyatta özellikle şiirde çocuk, müzik ve diğer sanatlarda çocuk ve çocukluk başka bir yazıda incelenecektir.
bazıları çok güzel
YanıtlaSil