Sayfalar

12 Mar 2012

Çiselemeler (1)

Soğuk bir sonbahar sabahı, Amsterdam, inceden bir yağmur çiseliyor, soğuk alnınıza alnınıza vuruyor, Rembrant Meydanı’ndan yürüyoruz Leidens Meydanı’na doğru. Bir kafede soluklanıyoruz, sıcak bir kahve ile içimizi ısıtmak için. Benim derdim içimi ısıtmak değil, yanımda soğuğu benden alıp götüren çevremi sıcacık yapan  yavrum var, üç kuzumdan biri, gururum, yaşama sevincim, yakışıklı oğlum. 
Kahvemizi söyledik, gelen geçene bakıyoruz, yüzlerce insan, yüzlerce farklı yüz. Telaşlı, düşünceli, somurtkan, endişeli, güler yüzlü, rahat, tedirgin … Yanındaki arkadaşına gönderdiği kaçamak öpücüğü yakalıyorsunuz önünüzden geçen çiftin,  biraz yapmacık mı ne ? Bunların arasındaki sevgi de yapmacık olabilir mi? Belki de sahte ? Tabii ya, sevginin sahtesi olur derler büyüklerimiz ama nefretin asla… Arkadan gelen adamın yüz ifadesi nefret dolu, ama gerçekten öyle,  zaten nefretin sahtesi olmaz dedik ya !  İşine veya eşine, ya yöneticilerine, ya da yönetemeyenleredir nefreti kim bilir ?
Uzunca bir genç kız geliyor, cıvıl cıvıl, kır çiçeği gibi, yüzünde duru bir güzellik, içten bir ciddiyetle yürüyor, başı hafif öne eğik… Oğlumla göz göze geliyoruz. Sanırım duygularımız bir noktada birleşiyor, beğeni ! Sonra ani bir kaçışla gözlerimizi başka yöne çeviriyoruz, ben böyle bir gelinim olabilir mi diye düşünmüştüm, itiraf edeyim, oğlum da bir eş düşledi mi acaba ?
Zamana paralel olarak insanlar akıp gidiyorlar, kahvemizi içmeye devam ediyoruz. Yetmişlerinde bir kadın bisikletini o kadar ustaca sürüyor ki, hayatıma sporu sokamamamın dayanılmaz ezikliğini hissediyorum bu sportmen hanımın ardından, gıptayla.  Oğluma köpeğiyle yürüyen hanımı gösteriyorum ne kadar mağrur, köpeğinden olsa gerek, bir French Buldog, tek gözünün çevresi kapkara, vücudu kar beyazı. Oğlum bizimkini soruyor hemen, 9.5  yaşına gelen bebeğimizi, adı Argos, hani mitolojide 100 gözlü köpek var ya, gözlerinden sadece birisi gören bekçi köpeğinin adı*. Argos,  asil bir köpek,  seceresinde annesi Michelle, babası ise Arthur görülüyor, Belçika Golden Rettriever’ı. Kapıda gelişimi bekleyen, benim diyen eşlere taş çıkartırcasına sarıp kucaklayan, insanlara inat sevgisini saklamayan, duygularını ele veren kuyruğuyla altın renkli can dostum, çocuklarımın ve benim arkadaşımız.
Uykum da yok ama esniyorum, gerginlikten mi yorgunluktan mı ?  Kahvemiz bitti, oğlum bir daha ne zaman geleceğimi sordu, bense kafamda dönüşte boğuşacağım sorunları sıralamaya çalışıyorum, kafamda kırk tilki, eskiden kırkının kuyruğu birbirine değmezdi, şimdi kuyruklar birbirine takılıyor, yaşlandık , belli oluyor. “En kısa zamanda” diyorum ama söylediğime sanırım ben de inanmamışım ki,  tamam tamam seneye” diyorum ara vermeksizin.
Masayı geride bırakıyoruz, kol kola girdik yürüyoruz. Hayat devam ediyor, insanlar akmaya, zaman ilerlemeye, aslında devam eden dünya telaşı, neyse beni bekleyen iki oğlum, diğer kuzularım var İstanbul’da, gitme zamanı. Show must go on….
* bu yazı Kasım 2009'da  yazıldı

4 yorum:

  1. Yazılarınız keyifle okunuyorlar. Bence yukarıdaki "tepkiler" kısmına "keyifli" seçeneğini de ekleyebilirsiniz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürler Sn Başak Gülsoy, önerinizi deneyeceğim, 5 şık oluyor mu bilmem ?

      Sil
  2. kaynaklarınızı öğrenebilirmiyiz ? Bir araştırma ödevimiz için gerekli .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kaynaklarım kendi düşünce ve duygularım, başka ne olabilir ki ?

      Sil