Sayfalar

16 Mar 2012

Görsel Sanatlarda "ÇOCUK"





Çocukların  güçsüz, sessiz ve  savunmasız bir grup olmaları, onları yazılı  tarihten  dışlamıştır. Buna karşın sanat tarihinde ilkçağlardan itibaren çocuklar yer almışlardır. Resim, heykel gibi görsel sanatlarda “çocuk”, belirli temalarda yoğunlaşmış  olarak  sıklıkla  yer almaktadır.



Medeniyetler beşiği Anadolu’da, Çatalhöyük’te bulunan, doğum yapan bereket tanrıçasının bacakları  arasında doğan çocuk görülmektedir (MÖ. 6500-5700). Belki de tarihteki  doğumu betimleyen ilk sanat eseri olarak  “Ankara Anadolu Medeniyetleri  Müzesi”nde sergilenmektedir bu eser. Aynı müzede “emziren kadın” figüründe annenin kucağında bebek yer almaktadır. Günümüzden 6 bin yıl önce eski Tunç çağında yapılan  ve yerli halk Hattiler’e ait tunçtan yapılan bu  eser Horoztepe kazılarında  bulunmuştur.

 
Çocuğun gerçeklik içinde, çocukluğuyla birlikte canlandırılmasına en eski ve ilk olarak Eski Mısır’da rastlanır. Yalnız firavunlar değil, orta sınıf memurların bile heykellerinde eşlerini ve çocuklarını yanlarında görmekteyiz. Bir Mısır papirüsünde çok anlamlı bir söz vardır: “hiçbir şey anne sütünden daha meşru değildir” Burada daha tatlı, daha faydalı, daha güzel denmemiş daha “meşru” denmiştir. Anne sütü bundan daha güzel tanımlanamaz herhalde. Anne tarihin her döneminde çocuk için ilk öğretmendir, yol göstericidir, koruyucudur. Heykel ve resimlerde çocuk anne ile resmedilir, baba fügürü yok denilecek kadar azdır oysa. 




Antik Anadolu ve Grek uygarlıklarında çocuk doğumdan hemen sonra soğuk su ile yıkanır, yaşama gücü sınanırdı. Yaşama gücü olmayanlar bırakılırdı. Erkek çocuk doğmuşsa evin kapısı üzerine zeytin dalı, kız çocuğu doğmuşsa dokuma parçası asılırdı. Günümüzde Balıkesir yöresinde ikramlarda bebeğin cinsiyetine göre ayrım yapıldığını, kız çocuklarda şeker, erkek çocuklarda lokum verildiğini görmekteyiz.




X.yy’da sanatçılar çocuğu ancak minyatür bir yetişkin olarak görüntülemişlerdir.  Büyüyüp te küçülmüş çocukların resimleri XVI. yy’a kadar  sürmüştür. Bu dönemde Orta Avrupa’da çocukluğun "çabucak biten ve çabucak unutulan" bir geçiş dönemi olduğu benimsenmişti. Çocuk ölümlerinin ve buna paralel olarak doğumların yüksek olduğu bu dönemde  insanlar çocuğa sanki  “olası bir kayıp” gözüyle bakmakta bu nedenle bağlılık geliştirmemekteydi. Ortaçağda bugün bildiğimiz anlamda çocukluğun olmadığı net olarak görülüyor. Yetişkinlerin dilinde çocuğu tanımlayacak ayrı sözcükler bile yoktur bu dönemde, çocuklara ait de olsa herşeye erişkinler için kullanılan tanımlar kullanılır.  Yine bu dönemde çocuğun 7 yaşına gelmesine kadar süren bir bebeklik dönemi olduğu görülüyor,  bu yaştan itibaren keskin bir şekilde yetişkinlerin dünyasına giriyor çocuk. Bu bebeklik çağında da çocukların kendilerine özgü giysileri, oyunları, oyuncakları yok. Çocuklar yetişkinlerin bütün etkinliklerini, giysilerini, oyunlarını ve eğlencelerini paylaşıyorlardı. Söylediğim gibi minyatür yetişkinler....

 



O  dönemde cadıların sadece erkek çocuklarını kaçırmasından korkulduğu için cadı, kız giysisini görüp de yanılsın, erkek çocuklar kaçırılmasın diye,  7 yaşına gelene kadar hem kız hem de erkek çocuklar aynı biçimde erişkinlere benzer etekler, elbiseler giyerdi, bu nedenle o dönem yapılmış resimlerde tüm çocuklar kız elbiseleriyle görülürdü. Saraydaki soylu çocuklar bu önlemde ön sıralardaydı.
İlk kez XIV. yy’da dinsel temalı ikonalarda Meryem Ana ile "bebek İsa" görülmeye başladı. En çok resmedilen çocuk resmi “çocuk isa”dır. Bez, tahta, kağıt, mermer, altın vb. her şey üzerine resmedilmiştir İsa, ve ilginçtir hiç biri bir diğerine benzemez. Özellikle Giotto’nun "Maesta Madonna"sındaki  bebek İsa’sı seçilmiş olmaktan adeta bıkan, yaşlı, görmüş-geçirmiş, yaşayacaklarını yüzüne taşımış bir ifade taşımasıyla çok farklıdır,büyüyüp te küçülmüş İsa gibidir (1310-Floransa).




Çocukluk anlayışında önemli bir değişim XVI. ve XVII. yy’larda ortaya çıktı. Özellikle aydınlanma çağında insanoğlu “çocukluğu” keşfetti. ASLINDA ÇOCUK HEP VARDI, AMA ÇOCUKLUK YENİYDİ.  Çocuğun bu döneme kadar önemsenmediğinin en önemli kanıtı, MÖ V. yy da yapılan ünlü “dişi kurt” bronz heykeline "Romus ve Romulus" isimli ikiz çocukların meme emerken eklenmesinin, heykelin yapımından 2 bin yıl sonra yani XVI. yy’da yapılmış olmasıdır diye düşünüyorum, çünkü Roma’nın kuruluş efsanesi hep vardı, ama çocukluk kavramı yoktu !



Kundak doğu kültürünün bir ürünü kabul edilse de Vatikan Müzesi’nde bulunan ve    X. yy. yapımı  fildişi kitap kapağında bebek İsa kundakta gösterilmiştir. Kundak hem çocukların çok fazla hareket etmelerini hem de bazı vücut anomalilerini önlemek amacıyla 4 yaşına kadar kullanılmaktaydı, günde iki kez değiştirilirdi. 1419’da Floransa’da kurulan ilk çocuk hastanesi “Ospedale Degli Innocenti”nin dış cephesini kundaklanmış bebekler süslemektedir. Bu heykellerin sanatçısı Anrea della Robbia’dır.
Anadolu’da doğacak bebeğin çamaşırlarının babanın eski iç gömleğinden ve donundan hazırlanması bir gelenektir. Bebek doğar doğmaz tenine bu çamaşırlar giydirilir ve şöyle denir “ana kokusunu bilir, baba kokusunu da alsın, tanısın, sevsin”. Çocuğu yaşamayan analar ise bebeği yaşasın diye ona 7 ayrı parçadan dikilmiş giysiler dikerler, ancak her bir parçanın alındığı evden “ yakın zamanda ölü çıkmamış olması, evde Mehmet veya Muhammed adında birinin olması ve evin hem kızının hem de oğlunun  olması”na dikkat edilir.



Flaman ressam Bruegel 1500’lü yıllarda Flaman çocuklara bugünün çocuklarının bilmediği bir çok oyunu oynatmaktadır.  Brugel’in “Çocuk Oyunları” resmi çocukluk için başlı başına bir anıt eserdir  (bkz.http://argoscelik.blogspot.nl/2012/01/cocuk-oyunlar-bir-bilmece-mi.html). 
 Adrian Van Ostade (1610-1685) “öğretmen” adlı tablosunda geleneksel öğrenci yetiştirme yöntemlerinden birini resmetmiş. Öğretmen öğrencinin kafasına tokmakla vuruyor, üstelik bu öğrencinin şapkasını da arkadaşına tutturuyor. Ne eğitim ama…. Çocuk kavramını resimlerde en çok kullanan ressam Flaman Pieter de Hoach’tur (1629-1684). Resimlerinde hep tek bir çocuk yer almış olup mutlu olarak resmedilmiştir. İlginç bir not, onbir çocuğu olan Hollanda Delft’li ünlü ressam Vermeer, tek bir  tane dahi  çocuk resim yapmamıştır. İnci küpeli kız ise çocukluğu geride bırakmış, erişkin yaştadır.




Çocuk resimleri içinde beni etkileyen bir tablodan bahsedeceğim. Ünlü kübist ressam Pablo Picasso (1881-1973) tarafından yapılmış olan “Bilim ve Hayırseverlik” (1897) adlı tablodan. Ressamın erken dönem çalışmalarından birisidir, 17 yaşındayken yapmıştır, ancak bu resimden 10 yıl sonra hepimizin bildiği kendi sanatını  (kübizm)   oluşturmaya başlamıştır. Resimdeki doktor, ressamın babasıdır. Kendisini resim konusunda hep cesaretlendiren babasını, işin ehli ve bilgili bir doktor olarak çizmiştir. Hasta kimdir bilinmemektedir. Ancak çocuk resimde model olarak kullanılmak üzere bir dilenciden ödünç olarak alınmıştır. Keza rahibenin elbisesi de ödünç alınmıştır. Rahibe su içmeyi önerirken bebeğin bakımını da üstlenmiş görünmektedir. Bu resim şu anda Barcelona'da Picasso müzesinde sergilenmektedir.






    

Domenico Ghirlandio  XV.yy’da yaptığı “Dede ve Torun” isimli resminde yaşlılık-gençlik zıtlığını vurgulamıştır. Ancak  masumiyet konusunda yarışmaktadırlar sanki. Hollanda’lı ressam Gabriel Metsu’nun “Hasta Çocuk”tablosu ise hasta çocuğun ruh halini inanılmaz güzel yansıtmaktadır (1650). Çocuk hasta olmaktan çok hastayı oynayan, mızmız ve kaprisli bir çocuk görünümündedir.  Bir diğer beni etkileyen resim Sir Luke  Fildes'in “Doktor” isimli tablosudur (1891). Yıllar önce oğlu Philip’i kaybetmenin sorumluluğunu duyduğunu hissettirmektedir ressam ve  resimde ayakta durmaktadır.  Uzun bir gece sonunda ateşli bir hastalıktan  Christmas sabahı oğlunu kaybetmiştir. Fildes, hasta başında sabahlayan doktora bir minnet ifadesi olarak bu resmi yapmıştır. Polifarmasi öncesini anlatan bu resimde doktorun tetikte ve ihtimamla hastaya bakışı gerçekten etkileyicidir. Tıp eğitiminde kullanılması gereken bir resimdir bence.            

 
Neşe Erdok’un resimlerinde günlük yaşam içinde çocuklar vardır. Özellikle İstanbul’un itiş kakışında, vapurda, otobüste, şehrin dişlileri arasında ufalanan çocuklar karşımıza çıkar. Bitkin yorgun ve uyuklayan çocuklar. Neşet Günal’ın  resimlerinde ise kalabalığın içinde yapayalnız çocuklar, gamlı, ürkek, kırılgan, pırtık giysileri içinde kaybolmuş, yüzlerinden ve bakışlarından analarından, babalarından devraldıkları karşılıksız soruları taşırlar.


Ünlü İspanyol ressam Botero  1975 yılında 4 yaşındaki oğlu Pedro'yu bir trafik kazasında kaybetmiş. Genelde resimlerinde insanları ve hatta nesneleri yuvarlak ve tabiri caizse şişman resmetmesiyle tanınıyor. Yalnız burada bana ilginç gelen, genelde yaygın kanının aksine şişman insanlarının alışıldığı üzere neşeli (yani piknik )özellikte değil, aksine mutsuz ve asık suratlı oluşları. Kendimce bu durumu erken yaşta yitirdiği oğluyla başlamış bir depresyonun kanıtı olarak değerlendirmiştim...(Dr Mehlika Pınar Gürpınar'ın katkısı)


 

Çocuk düş kurma ihtiyacı duyar, hayalini hep çalıştırmasını arzular, bu nedenle masal dinlemek ister. Masallar düş kurmaya yardımcı olurlar çünkü.  Masalları yaratanlar gönüllerindekini anlatırlar,  zayıflara, haksızlığa uğrayanlara, iyi yüreklilere, güzel olan her şeye ve herkese  olumlu  roller biçerler. Parmak çocuk, külkedisi, keloğlan masalları  gibi hemen her çocuğun bildiği masallar anonimdir, yazarı yoktur, halkın kolektif olarak yarattığı masallardır. Edebiyatta özellikle şiirde çocuk, müzik ve diğer sanatlarda çocuk ve çocukluk başka bir yazıda incelenecektir.

1 yorum: